TMMOB 22 KASIM 2008'DE 31 İLDE BASIN AÇIKLAMASI YAPTI

×

Hata mesajı

  • Notice: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 771 satırı) içinde Undefined index: 3.0.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 777 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 781 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 841 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
Denizli Şubesi

Yayına Giriş Tarihi

09 Aralık 2008

Dünyada ve Türkiye'de yaşanan son gelişmeler üzerine, 22 Kasım 2008 Cumartesi günü saat 12.30'da eşzamanlı olarak 31 ilde "TMMOB Sokakta Sözünü Söylüyor" başlıklı kitlesel basın açıklamaları gerçekleştirildi. Denizli'deki basın açıklaması Delikliçınar Meydanı'nda yapıldı. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylemde TMMOB Denizli İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Aydın Yücel şunları söyledi:

Dünyada ve Türkiye‘de yaşanan son gelişmeler üzerine, 22 Kasım 2008 Cumartesi günü saat 12.30‘da eşzamanlı olarak 31 ilde "TMMOB Sokakta Sözünü Söylüyor" başlıklı kitlesel basın açıklamaları gerçekleştirildi. Denizli‘deki basın açıklaması Delikliçınar Meydanı‘nda yapıldı. Yaklaşık 200 kişinin katıldığı eylemde TMMOB Denizli İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Aydın Yücel şunları söyledi:

 

"Tüm dünya büyük bir krizle çalkalanıyor. 2007 yılından itibaren Türkiye‘de baş gösteren ekonomik durgunluk, dünya çapındaki krizle birleşerek büyük ekonomik ve sosyal sonuçlar doğurmaya başladı. Her şeyden önce altını çizmek gerekir ki, kapitalizmin kendi doğasından kaynaklanan bu kriz, neoliberal politikaların iflas ettiğinin göstergesidir. Başlangıçta "Hamdolsun, korkulacak bir şey yok" diyerek, krizi fırsatlara çevireceğini söyleyen Başbakan ve krizi görmezden gelen AKP Hükümeti, şimdilerde çeşitli vergi düzenlemeleri ve IMF ile yapılan görüşmelerle sermaye kesiminin talepleri doğrultusunda adımlar atıyor. Bugüne kadar yaşadığımız tüm krizlerin en büyük mağduru olan ücretliler, üretici köylüler ve yoksullar ise bir kez daha görmezden geliniyor.  Krize çözüm üretmek adına uygulamaya konulan tedbirler, bir sonraki krizin nedeni olarak ortaya çıkmıştır. Son 15 yıl içerisinde Türkiye üç büyük krizle karşı karşıya gelmiştir. 1994, 1999 ve 2001 yıllarında yaşadığımız krizlerin tümünde, hayat pahalılığı ve işsizlik, dar gelirlilerin, üreticilerin ve ücretlilerin yaşamlarını zorlaştırarak, acı veren toplumsal sonuçlar yaratmıştır. Türkiye, 2001 yılında yaşadığı krizin etkilerinden henüz tam olarak kurtulmadan yeni bir krize sürüklenmiştir. İçinde bulunduğumuz krizin tek nedeni uluslararası piyasalarda yaşanan kaos değil, 2001 krizinden sonra uygulanan ekonomik programdır. Dolayısıyla krizin asıl sorumlusu, bu dönemde iktidarda olan siyasi partilerdir.

 

Kriz dönemleri, yalnızca ekonomik süreçleri değil, toplumsal ve siyasal yapıyı da derinden etkileyen dönemlerdir. Krizlerin toplumsal maliyetinin en aza indirilebilmesi için, krize karşı oluşturulacak mücadele programının ekonomik alanda olduğu gibi, sosyal ve siyasal alanlarda alınacak tedbirlerle de desteklenmelidir. Ekonomik uygulamaların toplumsal bir destek ve zemin kazanabilmesi için, siyasal alanın da demokratik dönüşümü gerekmektedir. Türkiye‘nin yıllardır ihtiyaç duyduğu bu demokratik dönüşüm programı, en az ekonomik tedbirler kadar önem ve aciliyet taşımaktadır. Gerçek anlamda bütünlüklü bir program etrafında toplumun geniş kesimlerinin mutabakatı ve işbirliği olmaksızın ortaya atılan çözümlerin etkili ve kalıcı olması mümkün değildir. Hızla demokratikleşme yolunda adımlar atılmalıdır. 1982 Anayasası değiştirilerek, tüm toplumsal kesimlerin katılımıyla eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır. Başta siyasal sistem bütün olarak demokratikleşmelidir. Siyaset üzerindeki her türlü vesayetin etkilerine son verilmelidir. Krize, işçilerin, kamu emekçilerinin, çiftçilerin, dar gelirlilerin, meslek sahiplerinin, küçük esnafın, emeklilerin, gençlerin, kadınların, kent yoksullarının, köylülerin yani toplumun geniş kesimlerinin çıkarları doğrultusunda hazırlanmış bir "sosyal dayanışma ve demokratikleşme programı" çerçevesinde çözüm üretmek, Türkiye‘nin geleceğinin güvencesi olacaktır. Üretimi ve istihdamı teşvik eden, iş güvencesini etkinleştiren, gelir dağılımı adaletsizliğini ortadan kaldıran ve emeği koruyan önlemlere öncelik verilmelidir. Kamu İhale Yasa Tasarısı ile Önemli Hak Kayıplarına Yol Açılacaktır TBMM Gündemindeki Kamu İhale Yasası‘nda Değişiklik Öngören Tasarı ile Kamu İhale Sisteminin Serbestleştirilip, Kuralsızlaştırılması Amaçlanmaktadır. Tasarının Yasalaşması ile Mühendislik ve Mimarlık Hizmetlerinin Kamu Denetimindeki Fonksiyonu Geriletilecek ve Önemli Hak Kayıplarına Yol Açılacaktır. Aynı Şekilde Kamu Düzeni ve Kamu İhalelerine İlişkin Yerleşik Esaslar Bozulacak, Kamu İhale Kurumu ve Kurulu Zayıflatılacak, Yeni Yolsuzluk ve Usulsüzlüklerin Önü Açılacak, Haksız Rekabet Yaygınlaşacaktır Kamu alımlarında istenilen mal, hizmet ve yapıma ilişkin ödenen bedellerin kamu kaynakları ve esasen biz yurttaşlardan alınan vergilerle karşılandığı bilinmektedir. Dolayısıyla kamu hizmetlerinde kullanılacak mal, hizmet ve yapıma ilişkin işlerin gerçekleşme biçimi, yürütülüş süreci ve buna dönük harcamaların kamusal denetimi gereksindiği de açıktır. Bu sürecin ne kadar sağlıklı yürüdüğü tartışması bir yana, TBMM‘de görüşülmekte olan "Kamu İhale Kanunu İle Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"nın, öncelikle kamu kurumları ve TMMOB‘den görüş alınmaksızın TBMM‘ye sevk edilmesi anlamlıdır. Hükümet Neyi Satacağını Değil Neyi Satmayacağını Söylesin Daha önce, Anayasa değişikliğinin Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla engellenebilen ve kamuoyunda (2B) olarak bilinen Orman Vasfını Kaybetmiş Arazilerin satışı, kriz bahane edilerek bir kez daha TBMM‘nin gündemine getirilmeye çalışılıyor.Orman vasfı yitirtilmiş arazilerin kamu mülkiyetinden çıkarılmasını amaçlayan girişim, kentsel yerleşmelerde bu alanların bir kısmının TOKİ ve Belediyeler tarafından stratejik kullanımını öngörürken, işgal altında olan alanların da işgalci kesimlere satışını öngörüyor. Bu çerçevede yaklaşık 10 ila 20 Milyar YTL arasında gelir elde etmeyi hedefleyen hükümet, girişiminin sadece 1981 yılı öncesinde orman vasfını kaybetmiş arazileri kapsadığını belirtmekte ve sonraki yıllarda vasfını kaybeden orman arazilerinin bu düzenleme dışında tutulacağını vurgulayarak ormanların tahribatı konusunda duyarlılık gösteren çevreleri rahatlatmaya çalışıyor. 2B kapsamındaki arazilerin satışı, mevcut hükümetin uzun süredir izlemekte olduğu kamu sektörünün ve kamusal değerlerin tasfiyesi programının bir parçasıdır. Kamu arazilerini sadece kaynak yaratma çerçevesinde değerlendiren bu anlayış, toplumu ve kentleri bir arada tutan kamusal mekanları ortadan kaldırarak toplumu ve kamusallığı tahrip etmektedir.
Hidrolik Geleceğimiz Piyasa Kurbanı Ülkemizin hidrolik kaynaklarının bedelli-bedelsiz olarak santral kurmak üzere özel ellere bırakılması Anayasa‘ya ve kamu yararına aykırıdır. 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu sonrasında hidroelektrik santral (HES) projelerine yönelik olarak sürdürülen rant dağıtım anlayışı, gıda şirketlerinden medikal şirketlerine, hatta spor kulüplerine kadar ehil olmayan çok sayıda tüzel kişiliğin HES yapmaya kalkışmasıyla sonuçlanmıştır. Çantacılar olarak anılan lisans simsarları türemiş; öyle bir düzeye gelinmiştir ki, kimliği belirsiz şirketler ilanlarla HES lisansı satın almaya çalışmaktadırlar.
Anayasa‘daki doğal servet ve kaynakların mülkiyetlerinin devredilemeyeceğine ilişkin açık hüküm ve Danıştay 1. Dairesi‘nin enerji alanındaki özelleştirmelere ilişkin verdiği görüşte yer alan doğal kaynakların mülkiyetinin devredilemeyeceği vurgusuna rağmen, ülkemizin hidrolik kaynakları su kullanım hakkı ve lisans dağıtımıyla pazarlanmaktadır. Yapılan işlem doğal kaynakların özel şirketlere devri olması nedeniyle açıkça Anayasa‘ya aykırıdır. Kamu mülkiyetindeki doğal kaynakların bedelli-bedelsiz, ehil-ehil olmayan kişilere pazarlama uygulamaları derhal terk edilmeli, ülkenin enerji güvenliği göz önünde bulundurularak kamu eliyle 13 bin 395 MW‘lık HES kurulu gücümüzü, hidrolik potansiyelimizi değerlendirmek üzere 36 bin MW‘a ulaştıracak yatırımlara hız verilmelidir. "