EZBER DIŞI SÖYLEŞİLERDE TEKEL İŞÇİLERİ GERÇEKLERİ ANLATTILAR

×

Hata mesajı

  • Notice: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 771 satırı) içinde Undefined index: 3.0.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 777 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 781 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 841 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
İzmir Şubesi

Yayına Giriş Tarihi

19 Mart 2010

Şubemizin Ezber Dışı Söyleşilerinin 18. etkinliğine 6 Mart Cumartesi günü Tekel işçileri konuk oldu. 137 yıllık tarihiyle TEKEL'in yürek yakan hikayesi, 12 bin çalışanın 21. yüzyıl kölesi haline getirilmek istenmesiyle sona ererken, emek yeniden ayağa kalkabilecek mi?

Söyleşinin başında Şube Yönetim Kurulu Sekreteri Melih Yalçın, "Ezber Dışı Söyleşilerin 18.'sini TEKEL işçilerinin direnişine ayırmak istedik. Onun için, bu toplantıya Ankara'daki eylemde yer alan TEKEL işçisi arkadaşlarımızı davet ettik. Ruşen Turan, Şerife Demir ve Erdal Karaca bugün bizimle birlikteler. Kendilerinden, en başından bu yana TEKEL gerçeğini, TEKEL'in özelleştirmesine giden süreçte yaşananlar, özelleştirilmesi, özelleştirilmesinin sonucu TEKEL işçilerinin yaşadıkları hak kayıpları ve Ankara'da gerçekleştirilen eylemde yaşadıkları deneyimleri bizlere aktarmalarını istiyoruz." Dedi.

İlk sözü alan Erdal Karaca Tekel'in kuruluşundan başlayan uzun konuşmasında şunları anlattı;

Tekel'in hikayesi 1862 yılında başlıyor

"TEKEL, 1862 yılında İnsihar İdaresi adı altında kurulmuş olan bir kurum. Bu kurum, dönemin Düyun-u Umumiye diye nitelendirilen kurumu tarafından, devletin borçlarına karşılık; Almanya, İngiltere, Fransa ve Avusturya'ya olan borçlarına karşılık, bir Fransız şirketi olan Reji'ye devrediliyor. Bu devir sürecinden sonra, Reji İdaresinin yapmış olduğu birtakım despot uygulamalar neticesinde birçok vatandaşımızı kaybediyoruz. Ölümle neticelenen birçok olay söz konusu. Hatta dönemi anlatan tarihçiler, Osmanlı tarihinde ilk defa genel grev diye nitelendirebileceğimiz bir hadisenin bu süreçte yaşanmış olduğunu söylüyorlar.

Cumhuriyet kurulduktan sonra da, 1925 yılında Reji'den TEKEL 4 milyon Türk Lirası vermek koşuluyla geri alınıyor. Bu geri alış sürecinden sonra, 1928 yılında 4 milyon liraya alınan TEKEL'in 22 milyon liralık net kârı oluyor. O dönemin şartları, genç cumhuriyetin içerisinde bulunmuş olduğu koşullar göz önüne alınacak olursa, ne kadar önemli bir kurum olduğunu anlarız.

TEKEL, Türkiye'deki ilk 500 yüz kuruluş içerisinde devamlı ilk on içerisinde yer almış bir kuruluştur. Daha düne kadar böyleydi. Hatta uzun süre ilk üç'ün içerisinde yer aldı. Dünyada neoliberal politikaların neticesi olarak uygulanan politikaların yansımaları ve bu yansımaların da TEKEL nezdinde biz çalışanlara getirmiş olduğu, ülkemize getirmiş olduğu birtakım sonuçlar var.

Küresel sermaye saiklerinin temsilcikleri, gitmiş olduğu ülkelerde kazançlarına kazanç katabilme adına her türlü usulsüz, uygunsuz, gayri ahlaki yöntemleri o ülkenin içerisinde, gerek siyasette, gerek bürokraside, gerek aydın kesimi içerisinde ve gerekse de basın-yayın sektöründe faaliyette bulunan, toplumun tüm kesimlerini kapsayan kurumlarda bulundurmuş oldukları kişiler vasıtasıyla, "Kamu kurum ve kuruluşlarının son derece hantal olduğunu, son derece işlevsiz olduğunu, çalışanlarının son derece yeteneksiz olduğunu ve bu kurumların o ülkenin halkına faydadan çok zarar getirmiş olduğunu, zarar eden kurumlar olduğunu" lanse ederek, her gittikleri ülkede özelleştirme uygulamalarını başlattılar. Yani bizim ülkemizde de uygulanan politikalar aşağı yukarı bu minvaldeydi.

Tekel'i altın tepside sunmak için atılan adımlar

Hatırlanacak olursa, bizim ülkemizde ilk etapta yapılan şuydu: Devlet, kaçak piyasasını kontrol etme adına, bu alanda ilk defa faaliyette bulunan TEKEL kurumu vasıtasıyla, yabancı menşeili sigaraları bu ülkede pazarladı, dağıttı, sattı. Daha sonra, dışsatım karşılığında, neoliberal politikalar sayesinde faaliyet gösteren küresel sermayenin aktörlerinin sahip olmuş oldukları devasa şirketlere, ülkemizde sigara sektöründe yatırım yapabilme hakkı verildi. Daha sonra bu dışsatım şartı ortadan kaldırıldı ve ülkemizde kendi üretmiş oldukları ürünleri kendilerinin pazarlayabileceği şartlar oluşturuldu. Üreticiye olan, tütün üreticisine olan destek ortadan kaldırıldı, kotalar konuldu. Bunun gibi sayabileceğimiz birçok şart oluşturulmak koşuluyla TEKEL kurumu özelleştirilme pozisyonuna getirildi.

TEKEL kurumu, 2003 yılının son çeyreğinde sigara fabrikalarıyla birlikte alkollü içkiler sektöründe,  biliyorsunuz, ihaleye çıkıldı ve yapılan ihale neticesinde yabancı menşeili bir firma, o dönemde faaliyette bulunan 6 tane sigara fabrikasının toplamına, İstanbul Sigara Fabrikasının işletim hakkı hariç, 1 milyar 150 milyon dolarlık bir teklif verdi. Fakat bu teklif, dönemin Özelleştirme İdaresi Başkanı Metin Kilci tarafından, sigara pazarında diğer dünya ülkelerinde faaliyette bulunan fabrikalarının özelleştirme sürecinde bedellendirilerek satılan kuruluşlar baz alındığında, gerek kullanılan sigara adedi, gerek tüketilen sigara adedi, gerekse de bu ülkedeki içici sayısı baz alındığında, bunun ülkemize yapılan bir hakaret olduğunu, yetkilerini de aşarak bir açıklama zaruretinde bulundu.

Ülkemiz, sigara pazarında dünyada 7. sırada yer alan bir ülke, 20 milyon aktif içicisi olan bir ülke, yılda 1 milyar 100 milyon adet sigaranın tüketildiği bir ülke ve içicilerimizin büyük bir bölümünü genç kitle oluşturuyor.

Özelleştirme İdaresi Başkanının yapmış olduğu bu çıkıştan sonra, özelleştirmeyi uygulayacak olan hükümet bu özelleştirmeyi onaylayamadı. Akabinde, 2005 yılında sigara fabrikalarıyla âlâkalı olarak bir daha ihaleye çıkıldı; fakat ihalede teklif veren kimse olmadı. En son, 2008 yılında yapılan ihaleyle, hepimizin bildiği gibi, 1 milyar 720 milyon dolara TEKEL fabrikalarının satışı gerçekleştirildi.

Özelleştirmenin her aşamasında sayısız usulsüzlük

Bu satış esnasında bir sürü usulsüzlükler var; gerek satış esnasında, gerekse de satıştan evvel. "Ne gibi?"diye soracak olursanız, hafızalarımızı şöyle tazelemekte fayda var. Dönemin TEKEL Genel Müdürü Mehmet Akbay ve Müessese Müdür Muavini olan Tekin Kaymakoğlu, İstanbul, Tokat, Samsun sigara fabrikalarının set paket üretiminde ürün çıkarabilmesi için, piyasayla rekabet edebilmesi için makine alımına gittiler. Fakat sonradan, montaj esnasında anlaşıldı ki, bu makineler maalesef ikinci elmiş. Böyle garabet bir durumla karşı karşıya olunduğu anlaşıldı ve bu yetkililer hakkında, devleti zarara uğratmaktan dolayı dava açıldı. Mahkeme neticesinde bu bireyler cezalandırıldı; fakat dönemin -biliyorsunuz, her şeyi babalar gibi satan bir Maliye Bakanı vardı- Maliye Bakanı ülkeyi babalar gibi sata sata, maalesef bugün içinden çıkılamaz bir pozisyona getirdi. Babalar gibi satan Maliye Bakanı, ceza alan bu bürokratlara kol kanat gererek, resmen onaylanmış olan cezalarını çekmelerinin önüne set çekti.

Bu sigara fabrikalarının 5 tanesi mülkleriyle devredildi. Bunlar; Samsun, Tokat, Bitlis ve Malatya sigara fabrikaları. Bilirkişilerin yapmış oldukları tespitler neticesinde bu sigara fabrikalarının mülklerinin değerinin, taşınmazlarının değerinin 3 milyar dolar civarında olduğunu tespit edildi. 2008 yılında verilen 1 milyar 720 milyonluk rakamın dolar kurunu TL'ye endekslemiş olduğumuz zaman şunu görebiliyoruz: 2003 yılında JTI'nin vermiş olduğu rakamlarla üç aşağı beş yukarı aynı seviyeye geliyorlar. Ki, vermiş olduğu pozisyonda şöyle bir olay da söz konusu: 25 milyon kilogramlık çok kaliteli tütün bu fabrikalarla beraber alıcılara teslim edildi. Bugün itibariyle piyasa değeri yaklaşık olarak 125 milyon dolar. Bu tür garabetler söz konusu.

Aynı zamanda, ilk ihaleden, JTI'nin almış olduğunu söylemiş olduğumuz ihaleden sonra yapılan ihalede, biliyorsunuz, o dönemde ülkemizde faaliyete bulunan yabancı sigara firmalarını Rekabet Kurulu, "İhaleye giremezsin. Girersen, Türkiye'deki sigara pazarı sağlıklı bir şekilde işlemez" diye engelledi. Fakat biraz önce de söylemiş olduğum gibi, bu verilen rakam aşağı yukarı aynı rakama tekabül etmiş olmasına rağmen, ne oldu da, dönemin Özelleştirme İdaresi Başkanı olan Metin Kilci, "Bu, bize, ülkemize yapılmış olan bir hakarettir" demiş olan Metin Kilci 2008 yılında yapılan bu ihaleye hiçbir şey demedi? Bunu düşünmemiz, millet olarak bunu sorgulamamız lazım diye düşünüyorum.

Devlet altın madeni çalıştırsa bu kadar kar edemezdi

2003 yılının son çeyreğinde alkollü içkiler ihalesi de yapıldı. Bu alkollü içkiler ihalesi, biliyorsunuz, kamuoyumuza hakikaten herkes tarafından dillendiriliyor; fakat dillendirmelerinde bir sürü yanlış, bir sürü eksik, bir sürü kulaktan duyma hadise var. Alkollü içkiler fabrikası 293 milyon dolara, bu fabrikalar 17 taneden oluşuyor. Özelleştirmeye çıkmadan evvel 19 tane fabrikamız vardı; 2 tanesi Kırıkkale ve Urfa fabrikaları özelleştirme yapılmadan evvel tamamen kapatıldı. 17 tane fabrikayla çıkılan ihalede... Bunlardan İzmir, İstanbul, Ankara içki fabrikalarının 5 yıllık kiralık olarak alıcı firmaya devri söz konusu oldu. 175 tane ayrı ürün söz konusu, ayrı etiket söz konusu, TEKEL'in alkollü içkiler sektöründe 125 tane ayrı ürünü söz konusu. Bakın, sadece "Yeni Rakı"nın isim hakkını satmaya kalksalardı, isim hakkı bile 292 milyon dolardan kat be kat daha fazla ederdi.

Biz, o dönem bir şişe 70'lik rakıyı, her şeyi giydirilmiş olmasına rağmen, yaklaşık 2 milyon liraya mal edip 16 milyon liraya satıyorduk. Devlet, altın madeni dahi işletse, bu kadar kâr edemezdi diye düşünüyorum.

Aynı zamanda alkollü içkiler özelleştirilmesi sürecinden sonra bir sürü vatandaşımız, alkol piyasasının özel sektörün tekeline bırakılamayacak kadar hassas bir sektör olması hasebiyle, zehirlenmeler neticesinde canından olma gibi bir trajediyle karşı karşıya kaldı.

Saymış olduğum 17  tane fabrikanın en az 8 tanesi "0" kilometre fabrikadan oluşuyor. Benim hâlâ yüreğimde bir yaradır, içim sızlar. Hayatımda ağzına içki vurmamış bir insanım, ama 10 sene İzmir Alkollü İçkiler Sanayiinin içerisinde yer alan, işçi olarak çalışmış bir insanım. Ama yapılan özelleştirme sürecinde yapılan rezillikler, yaşanan pislikler maalesef, o kadar mide bulandıran bir boyuta ulaştı ki, bunu burada dillendirebilmemiz maalesef çok çok zor. Tabii, dilimizin döndüğü kadarıyla anlatıyoruz.

Kiralanan fabrikalar somunlarına kadar sökülüp talan edildi

Bu 17 tane fabrikanın 3 tanesi kiralık olarak verilmişti. Bu 3 fabrikada çalışan arkadaşlarımız ve diğer fabrikalarda çalışan arkadaşlarımız, bizim norm kadro adı altında metazori olarak o fabrikalarda bırakılmış olan arkadaşlarımız. 5 yıllık kiralık sözleşme imzalanmış olmasına rağmen, bu fabrikaların 3 tanesi ikinci yıl sonunda kapatılıyor. İki yılın sonunda da 8 tane fabrika komple kapatılarak, çalışan arkadaşlarımızın hepsi kapının önüne konuldu. Alıcı şirket, bununla âlâkalı olarak maalesef üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmedi, denetlemesi gereken devlet de gerektiği şekilde denetlemedi.

Şöyle düşünün: Bu 3 tane kârlı fabrikanın, içerisindeki somunlara varıncaya kadar sökülerek tarumar edilmesi söz konusu. Kiralık olarak verilen bir yer. Evinizin olduğunu düşünün; kiracıya veriyorsunuz, belli bir süre kontrat imzalıyorsunuz, sonra kapılarına varıncaya kadar söküp gidiyor. Böyle bir ev sahipliği var mı ki, "Kardeşim, benim mülkümü, evimi niye bu şekilde tarumar edip gidiyorsun" deyip de hesap sormuyor?

O dönemin Alkollü İçkiler Müessese Müdürü olan İ. Esen Atay vasıtasıyla özelleştirme sürecinin yapılmış olduğu 2003 yılının son çeyreğinden kurumun devredilmiş olduğu 2004'ün 14 Şubat'ına kadar kuruma 100 trilyonun üzerinde, devir işlemi olmasına rağmen, hammadde ve malzeme alımı yapılıyor ve bu uygulamalar Başbakanlık müfettişleri tarafından tespit ediliyor. Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulundan Şenol Sarrafi tarafından tespit edilip, o dönemin Başbakanı olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan'a, Maliye Bakanı olan Sayın Kemal Unakıtan'a ve 30 tane milletvekiline yapılan usulsüzlükler deklare ediliyor. Buna rağmen özelleştirmelerin yapılması yönünde zerre kadar tereddüt etmeden, bu kurumlar maalesef bu şekilde birilerine devrediliyor.

Devlete olan 307 trilyon borç bir gecede silindi

Aynı zamanda alıcı firmanın üzerine yüklenen 307 Trilyon liralık bir borcu, alkollü içkiler işletmesinin borcu, firma alış esnasında ödeyeceğini taahhüt ediyor. Bu 250 milyon dolara tekabül ediyor. Bu da özelleştirme süreci esnasında dönemin Alkollü İçkiler Müessese Müdürü olan İ. Esen Atay tarafından Özelleştirme İdaresi Başkanlığına yazılan yazıyla "Borcun silinmesi" yönünde bir karar çıkması isteniyor ve o karar aynı gün çıkıyor.

Sonra Baş Denetçinin Şenol Sarrafi"nin yapmış olduğu denetlemeler sumen altı ediliyor ve tabir-i caizse, Şenol Sarrafi bir şekilde görevden uzaklaştırılıyor.

Aynı zamanda Kamu Etik Kurumunun Türkiye'de yapmış olduğu uygulamalar var, bu uygulamalardan birisi de şu: Kamuda görev yapan bir bürokrat, kendi iş koluyla âlâkalı olarak özel sektörde faaliyette bulunan bir yere geçiş yapabilmesi için 5 yıl süreyle beklemek zorunda. Fakat ne gariptir ki, İ. Esen Atay diye açıklamış olduğum bir dönemin Alkollü İçkiler Müessese Müdürü, TEKEL'den, dörtlü konsorsiyumun sahip olduğu Mey A.Ş.'ye genel müdür yapılıyor ve bununla ilgili hiçbir işlem yapılmıyor, hiç kimse sormuyor. TEKEL alkollü içkiler müessesinde çalışan, fabrikalarında çalışan bir çok müdür -mesela, şu anda İzmir'de faaliyette bulunan bir alkollü sektör firması var Elda diye; onun eski müdürü benim eski müdürüm- başka yerlerde çalışmaya başladı. Alkollü İçkiler Müessesinin özelleştirilmesi yapıldıktan sonra akabinde Elda'ya müdür oldu; fakat ne yetkililer, ne de hükümet bu konuda gerekeni yapabildi.

Devlet tekeli, özel sektör tekeline devredildi

Başka bir garabet daha var. Biliyorsunuz, Türkiye'de Rekabet Kurulu diye bir kurul var. Kurul, sigara fabrikalarının özelleştirilmesi esnasında, en son yapılana ihalede yabancı ortaklı bir firmanın ihaleye girmesi yönünde bir engel koydu ve firma ihaleye giremedi.

Alkollü içkiler, Türkiye'de devlet kontrolünde olan bir tekeldi. Fakat bu TEKEL, dörtlü konsorsiyuma ihale edilmek koşuluyla kamu tekeli özel tekele devredilmiş oldu; yani piyasa tekeli  tamamen kamudan özele geçti. Yani rekabet kanunuyla âlâkalı olarak, garip bir durum tabii. Bunu algılamakta şu anda zorluk çekiyorum, yetkililerin işlem yapamamasından dolayı da hakikaten çok ciddi kuşkular duyuyorum. Rekabet Kurulu bununla ilgili olarak çıkıp bir gün dahi olsa işlem yapmadı. Bu kamu kurumu tekeli olan TEKEL, Mey A.Ş.'ye geçerek özel sektör tekeli olmasına rağmen hiçbir işlem yapmadı.

Bunu ilk gün de anlattık. Alkolü içkiler özeleştirmesinde, ilk günde anlattık. Hatta dönemin AKP İzmir İl Başkanı olan şahsın yanında, bizat Başbakanın özel kalemine, "Sayın Başbakanım; bakın, bu kurumları satıyorsunuz, ama bu kurumların ederi bu. İçerisindeki stoklar dahi söylemiş olduğunuz rakamlardan daha fazla ediyor. Yanlış yapıyorsunuz" diye faks çektirdim.

Yetmedi, 17 tane fabrikayla koordinasyon içerisinde hazırlamış olduğumuz, o dönemin alkollü içkiler fabrikalarının içerisinde bulmuş olduğumuz faaliyet raporunu, o dönemde ülkede yazılı basından, görsel basından bir sürü kuruma müracaat etmemize rağmen, bilhassa yazılı basından, hazırlamış olduğumuz 1  sayfalık şeyi yayınlamak için 100 milyar liralık bir rakamı gözden çıkarmış olmamıza rağmen bu hazırlanmış olduğumuz rapor yayınlanmadı ve dönemin İzmir milletvekili olan, Acıpayam'da görev yapmış olduğum süre içerisinde tanışma olanağı bulduğum, Erdal Kardemir aracılığıyla bu yazmış olduğumuz metni Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir basın toplantısıyla milletimize duyurulması yönünde bir talebimiz oldu. Sağ olsun o da bizi kırmadı ve bu toplantıyı yaptı. İyi hatırlıyorum, ertesi gün Türkiye'de yer yerinden oynadı. Türkiye'de yazılı sektörde bulunan medyanın büyük gruplarının hepsinde; Sabah, Hürriyet gibi grupların hepsinde birinci sayfadan haber yapıldı.

Alkollü içkiler fabrikaları bu şartlar altında devredildi. En son 31.01.2010 tarihi itibariyle 57 tane olan yaprak tütün ünitelerinden 52 tanesi kapatıldı.

Tütün ithal eder olduk, 3 milyon kişi ekmeksiz kaldı

Biz, şark tütün üretimi konusunda dünyada bir numara olmuş bir ülkeyiz. Bizim üretmiş olduğumuz tütün, şark tipi tütün ve ülkeye sağlamış olduğu gelir hakikaten çok fazla. Öyle ki, yaklaşık olarak 3 milyonluk bir kitle bu ülkede tütün sektöründe daha düne kadar ekmek yiyordu. Dolaylı olarak etkilenen insanların sayısını baz aldığınızda bu rakamların ne kadar olduğunu sizlerin takdirine bırakıyorum.

600 milyon dolarlık ihracat yapmış olduğumuz bir ürün, tütün. Türkiye'de Tarım ve Köy İşleri Bakanlığının tespit etmiş olduğu 30 tarım havzasının 23'ünde üretimi yapılan bir ürün tütün. Maalesef, niye ve kime hizmet etmiş olduğu belli olmayan bir şekilde destekleme kapsamından çıkarıldı. Dünyanın hiçbir yerinde tütüne yapılan destekleme, dibimizde Yunanistan var, Amerika Birleşik Devletleri var; bugün dünyanın bir numaralı gücü, ama tütüne destekleme veriyor. Fakat bizim ülkemizde maalesef, 30 tarım havzasının 23'ünde yetiştirilen tütüne verilen destek mevcut AKP Hükümeti döneminde ortadan kaldırılıyor.

Tabii, bununla beraber yaşanan birtakım sıkıntılar var. Üretici sayısı düşüyor, dolayısıyla üretilen ürün miktarı düşüyor. Türkiye, tütün ihraç eder pozisyondayken ithal eder pozisyona geliyor. Öyle ki, özelleştirme sürecinden evvel, yabancı menşeili Virginia tütünlerini TEKEL vasıtasıyla sigara olarak yapıp üretir hale geliyor.  

Aynı zamanda 2009 yılının 12. ayında, "Tütün Fonu" diye nitelendirmiş olduğumuz fonun, dışarıdan ithal edilen ürünlerden, bir kilogramdan almış olduğu 3  dolarlık bir rakam var. Bir paketten de 40 sentlik bir rakamı tahsil ediyorlar. 2010 yılı itibariyle bu rakamın alınmaması yönünde bir karar alındı. Ülkemizde meydana getirmiş olduğu zararlar direk olarak sigara içicisinden, maktu ve nispi vergiler artırmak koşuluyla, tahsil etme yoluna gidildi. O zaman insan şunu sormadan edemiyor: Sizin uygulamış olduğunuz bu politikalar bu ülke halkının faydasına değilse kimin faydasına, kimin adına bu uygulamaları yapıyorsunuz?

50 milyarlık özelleştirme, 550 milyar dolar borç!

Kamunun 2002 yılından 2009 yılına kadar yapmış olduğu özelleştirmelerde 50 milyar dolarlık bir geliri söz konusu. Bu süreç içerisinde Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirmeleri yapılıyor. Sadece ve sadece koalisyon hükümeti dönemini hatırlayacak olursanız, Türk TELEKOM'a verilen rakam, 45 milyar dolardı. O dönemin TELEKOM'dan Sorumlu Bakanı Enis Öksüz, "45 milyar dolar verilen TELEKOM'u biz satamayız; çünkü bu kuruluşlar ülkenin olmazsa olmaz kuruluşlarıdır" diye görüş belirterek satışına engel oldu. AKP Hükümeti döneminde de bunlar allanıp, pullanıp, süslenerek "Babalar gibi" yabancı ortaklı birilerine 4.5 milyar dolara satıldı ve mevcut hükümet göğsünü gere gere,"Yahu kardeşim daha ne olacak. 4.5 milyar dolara Türk TELEKOM'u satıyoruz" diyebilme cesaretini sergileyebildi.

Tabii, vatandaş olarak dikkat etmemiz gereken şu: Bizlerin malları, bizlerin akıtmış olduğu terler nispetinde elde edilen gelirlerle hayata geçirilen kurumlar gidiyor.

7 yıllık AKP Hükümeti döneminde yapılan borçlanma ise 550 milyar dolara gelmiş. Türkiye'nin şu an için 550 milyar dolar iç ve dış borcu var. Ki 50 milyar dolarlık özelleştirme yapılmış olmasına rağmen. Mevcut Hükümetin bu ülkede yapmış olduğu ne var? Bitirmiş olduğu bir baca mı var, bir fabrika mı var? Başbakan çıkıyor, göğsünü gere gere "Çift şeritli yollar yaptık" diyor. Yaptığın, yolun ortasına çizgi çekip, ikiye bölmek. Bununla beraber, ülkenin bütün kaynaklarını ortadan kaldırma adına her şeyi yaptın. Tüten bütün bacaları tütmez hale getirdin, dünya kadar işsiz meydana getirdin. Yapmış olduğun ekonomik uygulamalar bu ülkeye zerre kadar fayda getirmedi. İşsiz sayısı arttı. Kime yaramış olduğuna baktığın zaman şunu da görüyoruz: 8 tane dolar milyarderi olan bir ülke bugün 40 tane dolar milyarderine sahip. Demek ki, bizlerin cebine girmesi gereken bu paralar AKP Hükümeti döneminde, maalesef, bir avuç zümrenin cebine girdi.

İşte biz, bütün bunları dillendirebilme adına Ankara'ya gittik; fakat muhatap bulamadık.

4C; kırk katır mı, kırk satır mı?

Ankara'nın göbeğinde, Sakarya Caddesi'nde 78 gün kaldık. Bizi ziyaret etmeyen, en sağından en soluna, en marjinalinden en radikaline, ne siyasal bir hareket, ne toplum örgütü, hiç kimse kalmadı AKP haricinde. AKP gelemedi, Ankara'nın göbeğine gelemedi. Niye gelemedi; çünkü gelmeye yüzü yoktu, gelmeye cesareti yoktu; çünkü bugüne kadar yapmış oldukları uygulamalar haksız uygulamalardı, hukuki hiçbir boyutu yoktu. Demagoji yaparak bu olayların çözümlenebilmesi mümkün değildi.

Biliyorsunuz, kapatılma mağduru olan bir kitleyiz bizler. Ülkemizde, bundan evvel kapatılan kurum ve kuruluşlara -TURBAN'da olduğu gibi, SEKA'da olduğu gibi, PETLAS'ta olduğu gibi, Köy Hizmetleri'nde olduğu gibi- yapılan uygulamaların bizde de yapılmasını talep ettik. Neydi bu? Kapatılan bu yerlerdeki arkadaşlarımızın, kamunun ihtiyaç duymuş olduğu diğer kurumlara nakledilmesi yönünde bir talebimiz oldu; fakat Hükümet bize, 2004 yılı tarihi itibarıyla kendilerinin çıkarmış olduğu 4C'nin içerisine; gayri insani, gayri ahlaki, gayri hukuki bir uygulama olan bir maddenin içerisine sokulmamızı talep etti. Tabiri caizse, modern çağın prangasız köleleri olmamızı talep ettiler bizden, "Gönüllü kölelik yapın" dediler bize.

4C neyi ihtiva ediyor; esnek çalışma süresi. "4 aydan 10 aya kadar çalıştırılacaksınız" diyor. En fazla 10 ay, en az 4 ay. Gerekirse 5 ay da olabilir bu. Bu süreç içerisinde işsiz kaldınız diyelim; işsiz kaldığınız takdirde, "Kesinlikle ve kesinlikle dışarıda iş yaparsanız, kulağınızı çekerim ha, işten atarım." diyor. "Peki, bu geride kalan süreç içerisinde, çocuğuma, bakmakla yükümlü olduğum insanlara ne yedireceğim?" diye soru sorduğum zaman cevap veremiyorlar, veremezler. Taş mı yedireceğim ben bu süreç içerisinde çoluk çocuğuma?

Bu uygulamalar neticesinde, 2004 yılından 2009 yılına gelinceye kadar, 4C uygulamasına maruz kalan arkadaşlarımızdan birçoğu intihar etti. Bu ülkenin aydını, bu ülkenin aydını olan insanlar, yapılan bu zulme, yapılan bu gayri insani ve gayri ahlaki tutuma, TEKEL işçileri meydana çıkana kadar ses dahi çıkarmadılar maalesef; en kahramanları da dahil.

Esnek çalışma süresi söz konusu. Sabahleyin başlayacaksınız saat 08.00'de, akşam kaçta biteceği belli değil; işveren, sizi istediği zamana kadar çalıştırabilme hakkına sahip. Hastalanma hakkınız yok. İş kazası dahi yapsanız, devlet güvencesinin dışında kalıyorsunuz. Diyelim ki, çalışmış olduğunuz kurumda düştünüz, bir yerinizi kırdınız. İki günden fazla da hastalanma hakkınız söz konusu değil. İş kazası dahi yapmış olsanız, "İki günün sonunda, geri kalan süreler benim yükümlülüğünde değil" diyor devlet. Her şeyden önemlisi, örgütlü değilsiniz, ne olduğunuz belli değil; işçi misiniz, memur musunuz, belli değil.

Güvenlik güçlerinden insanlık dışı müdahale !

Eylemlerimiz sırasında Türkiye'de, 1980 sonrasında ilk defa görsel ve yazılı basın -iktidar yandaşı diyebileceğimiz olanlar hariç- güçlü olanın değil; haklı olanın yanında durdu. Abdi İpekçi Parkı'nda, ayın 17'sinde, 15 tane de milletvekilimizin bulunmuş olduğu bir ortamda, bu ülkede asayişi sağlayacak olan kolluk kuvvetleri tarafından, bırakın insanı, hayvana dahi yapılmayacak olan muameleyle karşı karşıya kaldık. Sizin ekranda gördüğünüz şeyler, inanın, yaşananın binde biri bile değil. İçimizde, milletin seçip göndermiş olduğu, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletin" diye nitelendirilen Meclise göndermiş olduğu 15 tane milletvekili olmasına rağmen, kolluk kuvvetleri, başta İstanbul Milletvekili Çetin Soysal'a ve bizlere bir sürü gayri insani, gayri ahlaki uygulamalarda bulundu. Gökten pis su ve gaz bombaları yağdırıldı. Yetmedi, copladılar; yetmedi, tekmelediler; yetmedi, Abdi İpekçi'nin sularının içerisine döktüler. Orada, Ali Can Aktaş diye bir arkadaşımız, yapılan darp neticesinde felç oldu. Ne adına yapıldı bu? Oysaki biz, yasal olan hakkımızı kullanmaktan başka hiçbir şey yapmadık, kimseyi kırmadık, kimsenin mekanına zarar vermedik.

5 bin kişilik bir grupla beraber, Genel Sekreterimiz Mecit Amaç, ellerini kaldırmış, "Ne istiyorsunuz?" diyen emniyet amirine, "Yeter! Teslim oluyoruz" demişti. İnsanlar kime teslim olur arkadaşlar veyahut da ülkeler kime teslim olur? Biz düşman mıydık ki, böyle bir muameleyle karşı karşı kalmıştık?

Dayanışma ve gerçek açılım direnişte yaşandı

Biliyorsunuz, Abdi İpekçi Parkı olayından sonra spontane gelişen bir şekilde, Sakarya Meydanı'nda bulunan TÜRK-İŞ binasına gittik. TÜRK-İŞ binasında, kardeş sendikalarımız olan Metal-İş, Harp-İş, Petrol-İş gibi sendikaların misafirhanelerinde yerlerde yatmak koşuluyla, 15-20 günlük bir zaman zarfı geçirdik. Ondan sonra açlık grevi eylemimiz başladı. Bu süreç içerisinde Başkanımızın almış olduğu bir karar neticesinde, "Artık kimse meydanları boş bırakmayacak" demesi koşuluyla çadırlarımızı kurduk. Tabii, çadır demeye şahit lazım; Ankara'nın soğuğunda, ayazında, karında, kışında, naylon örtülerle kapalı bir mekan. İçinde, o soğukta, erkeği kadını, çoluğu çocuğu ve ülkemizin her kesiminden gelen, bu işi yüreğinde hissedip gelen, destek veren, toplumun tüm kesimleri, gerek örgütlü kesim, gerek örgütsüz kesim. Vatandaş Ayşe teyzem, evinde taze fasulyesini kaynatmış bir tencere, getiriyor, "Buyurun çocuklarım, yiyin. Benim elimden bu geliyor" diyor. Emekli Hasan amcam, "Kardeşim; ben, emekli aylığımı aldım, 600 milyon lira paramı aldım. Buyurun, 100 milyon. Çorabınızı alın, atletinizi alın, ne gerekiyorsa onları alın" diyor. Toplumun tüm kesimlerinden insanlar gelmeye başladı Sakarya Meydanı'na. Tabii, böyle bir desteğin verilmiş olduğu eylemin başarısız olma durumu söz konusu olamazdı, olmadı da.

Aynı zamanda, Hükümetimizin yapmış olduğu bir açılım safsatası var biliyorsunuz. Biz, o safsatayı da Ankara'da yıktık. Kürt'üyle, Türk'üyle, Çerkez'iyle, Ermeni'siyle, Arnavut'uyla, Boşnak'ıyla, Gürcü'süyle, Alevi'siyle, Sünni'siyle, Süryani'siyle, Hıristiyan'ıyla, Yahudi'siyle, aslında birbirimizden farkımızın olmadığını, bugüne kadar oluşturmuş olduğumuz duvarların ne derece anlamsız olduğunu ortaya koyduk ve kol kola girerek, gerçek açılımı orada yaptık. Tüm TEKEL çalışanları birlikte Şemmammê'yi oynadı, tüm TEKEL çalışanları birlikte halayını çekti. Tüm TEKEL çalışanları yek vücut olarak, emek bileşeninde ortak hareket etti.

Anlatılacak çok mevzuu var. Fazla da zamanınızı almak istemiyorum. Arkadaşlarımıza da söz vermek istiyorum.

Ruşen Turan'da söz;

"Bu süreç, sadece TEKEL işçileri ya da TEKEL'den ibaret bir süreç değil; yeni dünya düzeniyle birlikte getirilen sürecin adım adım bugüne gelmesi. Tabii, bunun ekonomik boyutu var, siyasi boyutu var, sosyal boyutu var; TEKEL işçileri belki de sosyal boyutuyla en mağdur olanları. Ama bir de direnişin başlaması, devam etmesi, fitilin ateşlenmesi ve o kıvılcımın ateş topuna dönüşmesi bir süreci gerektiriyor. Basından izledik; yaklaşık 80 gün bir mücadele devam etti. Bir ara verdik şimdi. Birinci raundu kazandık Hükümete karşı, bir ara verdik, yerellere geldik. Yerellerde, bundan sonraki durumumuzu, gücümüzü, yapmak istediklerimizi, neden kazanmamız gerektiğini halka anlatacağız."

Şerife Demir dedi ki;

"Biz, 20 yıllık TEKEL işçisiyiz. TEKEL eylemine giderken, sadece TEKEL işçisi olarak gittik. 20 yıl sonra kapının önüne bırakılmanın acısı vardı, 4C'nin acısı vardı. Fakat Ankara'ya gittiğimizde anladık ki, TEKEL eylemi değil bu, bizden çıkmış. Bizim üzerimize öyle bir yük yüklenmiş ki, yükümüz daha da ağırlaştı. Hele de kadın olarak bizler, erkek arkadaşlarımızdan daha fazla zorluklar çektik. Üzerimizdeki suların lağım suyu olduğunu bilmiyoruz, o coplardan nasibimizi aldık; ama onların bize karşı her hakareti -ki, onları hak etmediğimizi biliyoruz- bizi daha da güçlendirdi. Biz, şu an istiyoruz ki, yarın için, çocuklarımız için hayal kurabilelim; ama şu an kuramıyoruz. Bizi en güçlü yapan buydu; yarın için bir hayalimiz yok, hayal kurmak için bir nedenimiz yok. Biz, çaremiz varken çaresizliği yaşadık, cezaevlerine mahsus olan açlık grevlerini sürdürdük; ama biz, halkımızdan beklediklerimizi bulamadık çok fazla. Ankara çok duyarlı bir yer; ama çevre illerden, çalışanlardan, 4 Şubat eyleminde olsun, İzmir haricinde, istediğimizi alamadık çok fazla.

Şu an son Osmanlı zamanını yaşıyoruz. Biz, çok kültürlü değiliz, okumuş da değiliz. Ben, lise 2'den terkim. Ben idrak edebiliyorsam, Türkiye'nin yüzde 90'ının bunu idrak etmesi lazım. Bizi güçlü kılan buydu. Sadece TEKEL olsaydı, bu eylemi bitirirdik. Bu ülkenin bu hale gelişinde en büyük neden biz halklarız. En büyük suç bizlerde, işçilerde, memurlarda, bütün kesimlerde. Ben diyorum ki, el ele verelim, çocuklarımızın geleceği için hep beraber mücadele edelim. Bu, tek tek insanların yapabileceği, başarabileceği bir iş değil. Bizim önümüzde çok büyük bir sorun var. Konuşacak çok şey var."

Söyleşi konuşmaların ardından soru yanıtlarla devam etti.