KADIN ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN DÜNÜ VE BUGÜNÜ SÖYLEŞİSİ

×

Hata mesajı

  • Notice: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 771 satırı) içinde Undefined index: 3.0.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 777 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 781 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 841 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
İzmir Şubesi

Yayına Giriş Tarihi

19 Mart 2010

İzmir Şiddete Karşı Kadın Koordinasyonunun Dünya Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında Tepekule Kongre ve Sergi Merkezinde 8 Mart 2010'da düzenlediği "Kadın özgürlük mücadelesinin dünü, bugünü" konulu söyleşiyi yaklaşık 250 kişi izledi. Konuşmacı olarak Aksu Bora ve Av. Sevgi Binbir'in katıldığı söyleşiyi Selda Ustabaş yönetti.

8 Mart Pazartesi günü Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi Akdeniz Salonunda düzenlen söyleşiye konuşmacı olarak Amargi Dergisi Editörü Aksu Bora ve İzmir Kadın Dayanışma Derneğinden Av. Sevgi Binbir katıldılar. Selda Ustabaş İzmir Şiddete Karşı Kadın Koordinasyonunu tanıttı. Koordinasyonun İzmir'de 2009 sonunda kurulduğunu ve kadına, cinsiyet kimliği veya yönelimi nedeniyle ötekileştirilen bireylere yönelik çalışma yaptığını belirten Ustabaş, İzmir'de bir şiddet haritası çıkarmaya çalıştıklarını şiddet hakkında veri toplama, raporlama ve eğitim çalışması başlattıklarını söyledi.
İlk konuşmacı Aksu Bora kadın özgürleşme mücadelesi hakkında özetle şunları dile getirdi;
"Kadının özgürleşme mücadelesi, adına feminizm denilmese bile, aslında feminizmdir. Çünkü esasen özgürlüğün ayrımcılığa karşı ve eşitlik için, ancak bunlarla birlikte kazanılabilen bir şey olduğunu düşündüğümüz zaman, kadının özgürleşme mücadelesinin feminizmden çok büyük bir farkı olmadığını anlayabiliriz.
Kadın hareketinde devletçilik meselesi
Politikayı hem kadınlar açısından derinleştirmek, hem alanını genişletmek zorundayız. Bunun en iyi örneklerinden biri, belki de birincisi, şiddetle mücadeledir. Aile içi şiddet politikanın konusu haline ancak feminist mücadeleyle gelebildi. Kadın özgürleşme mücadelesi son 10 yılda çok çeşitlenmiş bir mücadele Türkiye'de. Nerelerde ayrışıyoruz, esas tartışma noktalarımız nereler, problemli gördüğüm düğüm noktaları nereler, bunlardan bahsetmek isterim.
Türkiye'de kadın hareketinin geçmişinde büyük bir devletçilik var. Modernleşme süreci, Osmanlı'dan itibaren baktığımızda, kadınları hep içine almaya çalıştı. Aşağı yukarı 100-150 yıldır Türkiye'de, kadın sorunu diye tanımlanan bir şey var ve bu kadın sorunu, kadınların daha iyi yaşamaları, daha eşit olmaları, daha özgür olmalarıyla ilgili bir şey değil. Bu ülkenin daha modern bir ülke olmasıyla ilgili bir şey olarak tanımlanıyor.
Ama bir yandan da modernleşme sürecinin kendisi, kadınlar için hayat alanları açan bir şey oldu ve kadınlar bu hedefleri benimseyip modernleşme mücadelesinin gönüllü neferleri haline gelebildiler.
O yüzden de, ülkemizde kadın hareketi dediğimiz zaman, aşağı yukarı 19. Yüzyıl sonundan itibaren bir tarih çizebiliriz; bu tarihin içinde her zaman modernleşmeci elitle işbirliği görebiliyoruz ve bu modernleşmeci elit çok uzun bir dönem devletin sahibi olduğu için kadın hareketinin içinde ciddi bir devletçilik meselesi var. Düğüm noktalarından bir tanesi bu.
Kadın hareketinde milliyetçilik meselesi
Devletçilikle bağlantılı olarak bir de milliyetçilik meselesi var. Kadın hareketinin içinde baştan itibaren milliyetçilik damarı hep çok güçlü bir şey oldu. Benim 20 küsur yıllık bir geçmişim var kadın hareketinin içinde; bu süre içindeki gelişmelere baktığım zaman, ne kadar kritik noktalarda milliyetçilik meselesinin önemli olduğunu görebiliyorum. Diyelim ki kadın toplantılarının açılışında İstiklal Marşı okunacak mı, okunmayacak mı? Bu, çok sembolik bir şey; yani o kadar da büyütmeye, bunun tartışmasını yapmaya gerek yok gibi görünen bir şeyin resmen kanlı bıçaklı kavgaya dönüştüğünü gördüğümüzde, buradaki sembolik olanın ne kadar gerçek bir şey olduğunu da anlayabiliyorsunuz.
Tabii, aynı zamanda, Kürt milliyetçiliği başta olmak üzere mikro milliyetçilikler siyasi hareket olarak yükseldiğinde, bir de o taraftan bir milliyetçilikle karşılaşıyoruz. Bu anlamda, kadın hareketinin çok önemli düğüm noktalarından birisi devletçilikken, ikincisi için de milliyetçilik diyebiliriz.

Kadın hareketinde nasıl bir "bağımsızlık"?
Bunların uzantısı olarak bir de "bağımsızlıktan" söz etmek lazım.1980'lerde biz kendimizi Türkiye'nin ilk feministleriyiz ve yeni bir şey başlatıyoruz zannederken, temel problemimiz bağımsızlıktı. Çünkü çok büyük bir kısmımız sosyalist hareketlerden gelen kadınlardık; bağımsızlık dediğimiz zaman, sosyalist hareketten bağımsızlığı anlıyorduk. Çünkü o hareketin içinde ikincilleştirilmeyle ilgili bir geçmişimiz vardı. Kendi sözümüzü, kendi taleplerimizi yükseltebilmemiz için biraz kendi kendimizle kalmaya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorduk. Ama bugün bağımsızlık dediğimiz zaman, bağlamının tamamen değiştiğini düşünüyorum. Sosyalist hareketten bağımsızlıktan çok daha fazla, birincisi, devletten bağımsızlık meselesi var; ki bugün Türkiye'de kadın hareketinin çok önemli bir problemidir bu. İkincisi, piyasadan bağımsızlık meselesi var. Bu da özellikle uluslararası kuruluşlar çerçevesinde, bu fon kaynakları vesaireyle bağlantılı çok ciddi bir mesele olarak karşımıza çıkıyor.
Bu düğüm noktalarıyla bağlantılı olarak şöyle tavırları çok kolay geliştirebiliriz tabii: "Biz, bütün bunlara karşıyız ve bunlardan hoşlanmıyoruz. Zaten devlet, patriarkal bir devlet, çok baba, çok şiddet kullanan ve baskıcı bir devlet; dolayısıyla hiç işim olmaz devletle" diyebiliriz. Piyasa zaten belli, neoliberal politikalar falan bizi hiç korumuyor. Milliyetçilik problemlerini görüyoruz.
Peki, biz bütün bunlarla ne yapacağız? Yani arkamızı dönüp, onlar yokmuş gibi mi davranacağız? Hareket alanımız neresi olacak? Devlet yokmuş gibi yapabilir miyiz? Yahut sadece mücadele etmemiz gereken bir kurum olarak görmemiz mümkün müdür devleti? Bütün bunlar bence esas tartışmamız gereken şeyler. Biz, pek çok durumda kendi aramızdaki meselelere o kadar fazla enerji ve dikkat harcıyoruz ki, esas tartışılması gereken meselelerin bunlar olduğunu unutabiliyoruz.
Güçlenen kadın bulunduğu yeri değiştirir
Bir örnekle belki daha rahat açıklayabilirim; Bundan epey önce, Mehmet Ağar, Doğru Yol Partisinin Genel Başkanıyken, bu partiden kadınlar davet etmişlerdi, "Gel, bize şu kota meselesini bir anlat" diye; ben de gittim, anlattım. Eşitlik nedir, eşitliğin içinde kota nerede duruyor, biz bunu neden savunuyoruz falan diye, Türkiye'nin dört bir yanından gelen Doğru Yol Partili kadınlara anlattım. Genel Başkanları Mehmet Ağar da vardı orada, dinledi, notlar aldı. Konuşmamı yaptım, bitti. Sonra inanılmaz bir tepki aldım feminist arkadaşlarımdan; "Sen, bu katillerin partisinde ne yapıyordun?! Milliyetçi bunlar zaten, deli misin sen?! Milleti mahvettiler ve sen gidip bunlarla konuşuyorsun!" O zaman da düşünmüştüm; peki, ne yapmalıydım? Yani gidip konuşmayacaktım da, peki, ne yapmalıydım? Kırmızı hat; orada bir kırmızı hat, öbür tarafta başka bir kırmızı hat. Bu hatlar aslında belki kendimizi güvende hissetmemizi sağlıyor; yani politik olarak çok doğru, saf ve şahane bir noktada olabiliyoruz da, ne işe yarar?
Oraya gidip, o kadınlarla konuşmak bence çok önemliydi. Bence CHP'den bir farkı yoktu DYP'nin. Yani partiler açısından taşraya baktığımız zaman, partiler arasında, özellikle kadınlar için çok az ideolojik farklılıklar vardır. Çünkü başka meseleler girer devreye orada; yani ailenin eğilimi öyle olduğu için, büyükbabası o partinin falanca il meclisinde olduğu için vs. kadınlar o partiye girerler. Yani tesadüfen Doğru Yol Partisindedir, tesadüfen CHP'dedir. Çok büyük bir kısmı böyledir. Dolayısıyla, CHP'yle yapsaydım bu konuşmayı, bir problem olmayacaktı; o halde bunlarla niye konuşmayayım? Üstelik, farkındaysanız herkes milliyetçi. Türkiye'de bugün milliyetçi olmayan kimse yok. O zaman kimseyle konuşmayalım mı?
Tam tersine, ben, konuşmak gerektiğini, eşitlik meselesini anlatmak gerektiğini, her yerde kadınların güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü güçlenen kadınlar, bulundukları yerleri dönüştürürler. Genellikle de iyi yönde dönüştürürler. Yani "Mehmet Ağar'dan başka bir şey çıkabilir o parti içinde" diye düşünüyordum o zaman.
"Sabırlı, mücadeleci, kararlı ve çok mütevazı olmak lazım"
Başkalarına laf anlatmayı ve onların anlayabileceği bir şekilde anlatmayı, hatta kendi laflarımızın biraz tercüme edilmesine katlanmayı gerektiren bir şey politika yapmak. Hele ki feminist politika, muhalif politika bence böyle bir şey. Çünkü hep akıntıya karşı ilerlemek zorundasınız, hiç hazır bir şey yok önünüzde. Hep bir şeye karşı yapmanız gerekiyor. Bunun için çok sabırlı olmak, çok mücadeleci olmak, çok kararlı olmak ve çok mütevazı olmak lazım.
İkincisi, bizden çok farklı olan insanlara, belki pek de beğenmediğimiz insanlara laf anlatmaya çalışırken, bu insanların ne yaşadıkları, hayatlarına değen şeylerin neler olduğu üzerine de hem bilgilenmemiz, hem de bu bilgiye dayalı olarak fikir sahibi olmamız lazım. Benim görebildiğim, kadın hareketinin -feminist hareketi de kastederek bunu söylüyorum- birtakım ezberleri var. Benim ilk feminist olduğum zaman en sinir olduğum kadınlar, "Eğitim şart" diyen, "Bunlar cahil, ha bire çocuk doğuruyorlar" diyen birtakım tayyörlü teyzelerdi. Yani "Bu kadınlar o kadar çok çocuk doğuruyorlar, bunlarla ne yapıyorlar falan; bunların hiç mi önemi yok?! Sen eğitimsiz diyorsun, ama bu kadın hayatı çeviriyor; onun bilgilerini nasıl bu kadar küçümseyebilirsin?" gibi meseleler düşünürdüm o zaman. Ama şimdi de feminist hareket içinde, bu tarz olmasa bile yine de birtakım ezberler var. Kadınların nasıl yaşadığı ve nasıl yaşaması gerektiğiyle ilgili ezberler.
Bir defa, gerçek karşılaşmalar, kadınların hayatına gerçekten değdiğimiz zaman, sizin politikanızı değiştiriyor ve biraz da kendinizi buna bırakmanız gerekir. Anlayabilmek için biraz gardı düşürmek ve gerçekten dinleyebilmek, görebilmek lazım. Kendimizi eleştirmek ve ilerleyebilmek için bunların çok önemli alanlar olduğunu düşünüyorum.
Politika önce bizi özgürleştirmeli
Bir başka düğüm noktası olarak teori ile eylem arasındaki ilişkiyi nasıl kuracağımız meselesi var. Teoriyi bir kalıp olarak düşündüğümüzde, yani eylemin bir tür haritası gibi düşündüğümüzde, o zaman iş sarpa sarıyor. Çünkü teoriler genellikle gerçeklikle aralarında bir mesafe olan modellerdir. Gerçek değildir onlar, gerçeği anlamak için kullandığımız araçlardır sadece. Dolayısıyla, kendimize bir isim koyup -feminist olabilir, başka bir şey olabilir, şöyle bir feminizm olabilir, böyle bir feminizm olabilir- o ismin gerektirdiği gibi davranmaya çalışmak yerine, o ismi Kızılderililer ya da eski Türkler gibi kazanmaya çalışmak lazım bence. Baştan isim koyup, ona göre davranmak değil de, bir mesafe gittikten sonra bakıp, yaptığına isim koymak sanki daha gerçekçi ve daha işe yarar bir şey gibi görünüyor.
Yani eyleme güvenmek. Eylem derken, sokağa çıkıp bağırmayı ya da protesto etmeyi anlamıyorum; eylem, dünyayı değiştirmek için yaptığımız her şeydir. Yani gidip de bir kadının hayalini dinlemek de, eğer onunla beraber bir şeyler yapacaksanız, bir eylemdir.
Politikanın bir özgürleşme mücadelesi olabilmesi için, başı sonu belli modeller üzerinden projeksiyonla gittiğiniz bir yol değil, biraz ne olacağını tam bilemediğiniz, iç gücünüze ve o ilişkilerin kendisine güvenerek ilerlediğiniz bir yol olması lazım. Feminizm bunu sağlar. Zaten vaaz ettiği şey de budur, eğer iyi kulak verirsek.
Politika diye bildiğimiz şey, fazlasıyla klişe, fazlasıyla yukarıdan ve insanlarla gerçekten ilişki kurmamızı engelleyebilen bir dili olan bir şey. Biz, politikanın kendisini dönüştürmedikçe olmaz. Kendini başka var oluş biçimlerine açabilmekten bahsediyorum, gerçek ilişkilerden bahsediyorum. Bunu yapmak için, bildik politika dillerinin dışına çıkmayı göze almak lazım. Bu, gerçekten zordur, bunu yaptığınız zaman çok eleştirirler sizi; çünkü tanınmadık bir şey yapıyorsunuz. Hani baştan şöyle bir ezber vardır: "Ben, şurada duruyorum; şunlara, şunlara, şunlara karşıyım. Bugün içinde yaşadığımız dünyada neoliberal politikaların ve Kürt halkına yapılan..." Böyle bir ezber vardır. Onu bir ver, kurtul, ondan sonra belki seni dinlerler. Biraz bundan sakınmak, biraz buna gönül indirmemek, gerçek bir şey konuşmak ve buna cesaret edebilmek önemli gibi görünüyor. Çünkü "Türk'üm, doğruyum, çalışkanım..." gibi bir şey bu ezber. "Şunlara, şunlara, şunlara karşıyım; erkek egemenliğine, kapitalizme, etnik ayrımcılığa..." falan diye giden bir dizi var.
Feminizm, işbirliğinden çok daha fazlasını yapmaya imkan verir
(İstanbul'da İzmir'de) Biz  Ankara'da birkaç ayrı deneyimde çok farklı kadınlar bir araya gelerek bir şeyler yapmaya çalıştık, çalışıyoruz. Bunu yaparken dilin de tartışılması gerektiğini düşünüyorum: "Farklılıklarımızla beraber birlikteyiz." Yani "Tamam, sen öylesin, ben böyleyim, çok saygı duyuyorum, eyvallah; ama şimdi ortak bir şey yapıyoruz, işbirliği yapıyoruz." Feminizm bize bundan çok daha fazlasını yapma imkanını verir. İşbirliği iyi bir şey değil. Yetersiz bir şey. Eğer politika özgürleştirici bir şeyse, bizi de özgürleştirmesi lazım. Yani sadece hedef kitle dediğimiz, örgütlediğimiz insanları değil, bizi de özgürleştirmesi lazım.
Bu özgürleştirme aynı zamanda bu farklılıklarımız deyip çok sahip çıktığımız, bana sorarsanız çok da matah olmayan şeylerle ilgili. Yani mesela, kimlikler meselesiyle ilgili. Bunu niye olduğu gibi kabul edelim ki; değişemez şeyler mi bunlar?! Yani biz daha iyi bir dünya isterken, o dünyada yine böyle mi var olmaya devam edeceğiz?
O zaman, sadece bir pazarlığa dönüşür iş; işbirliği değil ki o, ancak pazarlık olabilir. Ortak metne bizden iki tane cümle, ötekiler daha kalabalık, onlardan üç cümle vesaire. Bu, çok problemli bir şey. Farklılıklarımızı görerek, bunlardan bir tanesini egemen kılmaya çalışmadan, ama değiştirilebilir şeyler olduğunu da hiç unutmadan, hem kendimizinkinin, hem karşımızdakinin değiştirilebilir şeyler olduğunu unutmadan devam etmenin mümkün olduğunu düşünüyorum. Dayanışma denilen şey de aslında birinin ötekine yardım etmesinden daha fazla bir şey. Bizim hepimizi farklı biçimlerde ezen sistem, o farklılıkları nasıl kuruyor ve o farklılıklar arasındaki bağlantılar ne; bunu gördüğümüz zaman gerçek bir dayanışmayı gerçekleştirebiliriz, sağlayabiliriz diye düşünüyorum."
İzmir Kadın Dayanışma Derneğinden Av. Sevgi Binbir ise konuşmasında özetle şunları söyledi;
"Ben de burada konuşmak üzere plan ve program yaparken, "Ne konuşurum?" diye çok düşündüm.
Bu hikayenin aslında hem biraz bireysel bir hikaye, hem toplu bir hikaye olduğunu düşünüyorum, kendi yaşadıklarımızın önemli olduğunu düşünüyorum. Kendi tanıklıklarım var, biriktirdiklerim var, el ele tutuştuğum kadınlarla ortak ürettiklerimiz var. Aksu'nun söylediklerinin tamamına katılıyorum ve onun üzerinden devam etmek istiyorum. Daha çok İzmir'den söz etmek istiyorum.
Biz, İzmir Kadın Dayanışma Derneği olarak, yaklaşık 2-3 yıl öncesinde, İzmir'in kadın hareketi tarihini oluşturalım istedik.
Aslında genel olarak kadınlar toplumsal hayat içinde çok görülmüyorlar. Tarih dediğinizde, tarihi erkekler ve beyazlar yazıyor; kadınlar kendi tarihlerini yazmaya başladıklarında ve mücadele sonucunda ancak görünür olmaya başladılar ve görünür oldular.
İzmir de biraz böyle. Bize bu fikri veren kaynaklardan birisi de aslında Aksu'nun da derlemesini yaptığı "90'lar Türkiye'sinde Feminizm" kitabıydı. O kitabı ilk çıktığında aldım; İzmir'den sesler, İzmir'den nefesler görmek istedim, ne yazık ki göremedim. Arkasından, buna benzer yayınlanmış birkaç kitap daha vardı, o kitaplarda da İzmir'i göremedim. Ama İzmir'in hikayesi aslında genel kadın mücadelesi ne zaman başladıysa o zaman başladı diyebiliriz. Örgütlü ve kendini daha görünür kılan mücadelesi ise elbette ta Tanzimat'tan bu yana vardır. Bir arkadaşımız, kadın çalışmalarında yükseklisans yaparken, 1978'e kadar derlemişti bunu, oldukça da güzel bir çalışmaydı. Yine 1975 yılında İlerici Kadınlar Derneğinin İzmir'de çok çeşitli çalışmaları var. 12 Eylül sonrası kesintiye uğrayan bir hareket var.
12 Eylül sonrasında, yine Türkiye'deki kadın hareketiyle eşzamanlı bir çalışma başladı İzmir'de de. İkişerli, üçerli gruplar halinde bir araya gelen ve bilinç yükseltme çalışmaları yapan kadınlar hep oldu. Ama onun dışında, örgütlü mücadele, Çağdaş Kadınlar Derneğinin İzmir'de örgütlenmesiyle başladı. Çağdaş Kadın Derneği, sanıyorum, 1986 ya da 87 yılında kuruldu İzmir'de. Çok da güzel çalışmalara imza koydu. Arkasından, İnsan Hakları Derneği Kadın Komisyonu çalışmalarına başladı. O yıllarda Türkiye'de kadınların gündemi neyse, onun izdüşümü bir kısım çalışmalar İzmir'de de yapılmaya başlandı.
Temel ekseni, şiddete karşı mücadele üzerinden yürüdü aslında. Fakat kadın meselesi hayatın her alanında, her mesele de kadın meselesi. Buradan hareketle de kadınlar kendi tarihlerine ve kendi hayatlarına baktıklarında gördüklerini birbirleriyle paylaşarak ve birbirleriyle dayanışarak, problemlerini azaltmaya ve yol bulmaya çalıştılar. İzmir'de de biz bunları yapmaya çalıştık. Bu tarihi de hep birlikte yazıyoruz. O yüzden, bir yanıyla çok özel bir şey gibi gelmiyor bana. Ama İzmir deneyiminin de görünür olması gerektiğini düşünüyorum.
İzmir'de, 1980 sonrası Çağdaş Kadın Derneğiyle başladı bu hikaye. Arkasından, İnsan Hakları Derneği Kadın Komisyonu kuruldu. İnsan Hakları Derneği Kadın Komisyonu özellikle Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin onaylanması için imza kampanyasının izdüşümünü İzmir'de yaptı. Yine İzmir'de siyahlı eylemlerimizi de diğer illerle eşzamanlı olarak gerçekleştirdik. İzmir'de de kadınlar, İstanbul'da olduğu gibi, mor iğne kampanyasını yürüttüler ve Kemeraltı'nda mor iğneleri dağıttılar. Vapurla eylemler gerçekleştirdik, Kordon'da gece yürüyüşleri gerçekleştirdik. İzmir'de çeşitli yayın organları çıktı; Nifak çıktı, Cımbız dergisi çıktı, Çağdaş Kadın Derneğinin yayın organı çıktı ve yine İzmir'de bir grup kadın örgütlerinden ve kadınlardan oluşan bir ekip İzmir Kadın Platformunu oluşturdu. İzmir Kadın Platformunun en temel ilkelerinden birisi, kadınlar arası ve örgütler arası dayanışmanın sağlanmasıydı. Daha sonra buradan Ege Kadın Dayanışma Vakfı kuruldu ve Ege Kadın Dayanışma Vakfı bir sığınma evi açma hedefiyle kuruldu. Ne yazık ki bu hedefi gerçekleştiremedi Ege Kadın Dayanışma Vakfı; fakat şiddetle ilgili çalışmalarda oldukça ön açıcı çalışmalar yürüttü.
Bugüne geldiğimizde, bugün yine Türkiye'nin gündemi bir ölçüde İzmir'in de gündemi, kadınlar açısından. Örgütlülük açısından çok daha iyi noktalardayız. Şiddete Karşı Kadın Platformumuz çalışıyor. Onun dışında, emekle ilgili çalışan kadın platformları var, sığınaklarla ilgili yürüttüğümüz çalışmalar var. Kadın danışma merkezlerinin sayısının artırılması, sığınakların sayısının artırılmasıyla ilgili çalışmalar sürdürülüyor. Kısacası, hareketin bir parçasıyız, bütünün bir parçasıyız ve İzmir'de yapılan bu çalışmaların da görünür olması bizim açımızdan oldukça önem taşıyor.
Ben, Kadınların Küresel Stratejileri Toplantısında sunduğumuz bildirgeyi okuyarak konuşmamı tamamlamak istiyorum.
Bizler, yeni bir binyılın eşiğindeki kadın insan varlıklarıyız.
Bizler, türümüzün çoğunluğunu oluşturuyoruz; buna karşın hep gölgelerde yaşadık.
Bizler, görünmeyenleriz, okuryazar olmayanlarız; emekçileriz, göçmenleriz, yoksullarız ve diyoruz ki artık böyle olmayacağız.
Bizler, açlık çeken kadınlarız; pirincin, sığınacak bir evin, özgürlüğün, birbirimizin, kendimizin açlığını çeken kadınlarız.
Bizler, susuzluk çeken kadınlarız; temiz suyun ve kahkahanın, okuryazarlığın, aşkın susuzluğunu çeken kadınlar.
Bizler, her toplumda, her zamanda var olduk, katliamlar yaşadık, ama var olmaya devam ettik. İsyan ettik, başkaldırdık ve isyanımızın izlerini bıraktık.
Bizler, sürekliliğiz; geleceği geçmişle, mantığı duyguyla dokuyoruz.
Bizler, aklı başında kadınlarız ve "Evet" diye haykırıyoruz.
Bizler, kemikleri kırılmış, sesleri, akılları, yürekleri kırılmış kadınlarız; ama yine de "Hayır" diye fısıldamaya devam ediyoruz.
Bizler, ruhunu hiçbir köktendinci kafesin hapsedemeyeceği kadınlarız.
Bizler, bahçelerimize, soluduğumuz havaya, ırmaklarımıza, denizlerimize ölüm tohumları saçılmasına izin vermeyi reddeden kadınlarız.
Bizler, her birimiz değerli, benzersiz, gerekliyiz. Birbirimizin aynısı olmak zorunda değiliz ve bunun için kendimizi güçlü, gönençli ve rahat hissediyoruz.
Bizler, özlemin kızlarıyız.
Bizler, 21. Yüzyılın politikalarını dünyaya getirecek olan gebe kadınlarız.
Bizler, erkeklerin, "Kendinizi onlardan sakının" diye uyardığı kadınlarız.
Bizler, bütün sorunların bizim sorunlarımız olduğunu bilen kadınlarız. Bilgeliğimize yeniden sahip çıkıyor, yarınlarımızı yeniden icat ediyor, iktidar da dahil olmak üzere her şeyi sorguluyor ve her şeyi yeniden tanımlıyoruz. Neye ihtiyacımız olduğunu, öfkemizi, umudumuzu, geleceğe ilişkin hayallerimizi ayrıntılarıyla belirledik son birkaç on yılda. Sessizliğimizi kırdık, sabrımızı tükettik. Acılarımıza ağıt yakmaktan bıktık. Belirsiz sözlerden ve beklemekten bıktık. Eyleme, onura, sevince susadık. Artık yalnızca sabretmek ve varlığımızı sürdürmekle yetinmek istemiyoruz.
Bizleri inkar etmeye, tanımlar içine hapsetmeye, eritip yok etmeye, mahkum etmeye çalıştılar. Köleleştirildik, özgürlüğümüz kısıtlandı, sürgünlere ve gaz odalarına yollandık, tecavüze uğradık, dayak yedik, yakıldık, gömüldük. Ama hiçbir şeyle, kendi başarısız sistemlerini kurtarma teklifiyle bile teslim alınmadık.
Binlerce yıldır, kadınlar, iktidara sahip olmaksızın, sorumluluk taşıdılar. Erkekler ise sorumluluk taşımadan iktidara sahip oldular. Şimdi bizlere dost olma cesaretini gösteren erkeklere bir denge olanağı, bir gelecek sunuyor, bir yardım eli uzatıyoruz. Ama onlar olsun ya da olmasın, biz yolumuza devam edeceğiz. Çünkü bizler kocakarılarız, yeniyetmeleriz, ilk gelen ama sonuna dek direnen yerlileriz, tümüyle farklı bir boyutun yerlileri.
Biz, Zambiya'da kız çocuğu, Burma'da büyükanne, El Salvador ve Afganistan'da, Finlandiya ve Fiji'de kadınız. Balina'nın türküsü ve yağmur ormanıyız. Kıyıda patlayacak olan dip dalgasıyız. Yitik ve aşağılanmış ve gözyaşları içinde bile olsa ışığa doğru sendeleyerek koşanlarız.
Bunların tümü de biziz.
Biz, yoğunluk, enerji, kabından taşmış varlıklarız. Artık daha fazla beklemeye tahammülü kalmamış, durdurulamaz varlıklar.
İşte, yeni bir binyılın eşiğinde duruyoruz; ardımızda yıkıntılar, bize yön gösterecek bir haritadan bile yoksun, dilimizde korkunun keskin tadı, yine de zıplayacağız.
Tahayyül etmek, bir yaratıcılık eylemidir. Yaratıcı olmak ise iradenin uygulanması. Bunların tümü politiktir ve mümkündür. Ekmek, tertemiz bir gökyüzü, barışın egemenliği, bir yerlerde şarkı söyleyen bir kadın sesi, pişen yemeklerden tüten duman gibi her yeri saran bir melodi, silahları bırakmış askerler, bereketli hasatlar, iyileşmiş yara, istenen çocuk, özgürlüğüne kavuşmuş tutsak, bütünselliğine saygı gösterilen bir beden, geri dönen sevgili, işaretleri anlamlı ve okunur kılan o büyülü yetenek, eşit ve hakça paylaşılan, değeri verilen emek, sorunları çözmek için varılan anlaşmadan duyulan sevinç, yalnızca selamlamak için kaldırılan eller, güvenli yerler, yürekler, evler, ülkeler... Öylesine güvenli ki, en sonunda artık güvenli sınırlara gerek kalmamış ve her yerde kahkahalar, dayanışma, sevinç, dans, doygunluk, mütevazı bir cennet şimdi de.
Biz bunu gerçek kılacağız, kendimizin yapacağız, politikayı, tarihi, barışı yaratacağız. Bunları ulaşılabilir kılacağız, yaramazlık yapacağız, farklılık yapacağız, aşk yapacağız, bağlar kuracağız, mucize yaratacağız.
İnanın bize, biz dünyayı değiştireceğiz.
İşte biz bu dünya değiştirme hikayesine İzmir'den katkı koyan kadınlarız kendi çapımızda. Kendi hayatımızı değiştirmek ve el ele tutuşarak hayatı değiştirmek üzere."
Söyleşi sorular ve yanıtlarla tamamlandı.