20. YILINDA TÜRKİYE'DE ÖZELLEŞTİRME GERÇEĞİ SEMPOZYUMU GERÇEKLEŞTİRİLDİ

×

Hata mesajı

  • Notice: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 771 satırı) içinde Undefined index: 3.0.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 777 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 781 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 841 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.

TMMOB sekretaryalığında, TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, KESK, TMMOB, TTB VE KİGEM tarafından düzenlenen 20. YILINDA TÜRKİYE‘DE ÖZELLEŞTİRME GERÇEĞİ SEMPOZYUMU gerçekleştirildi.

26-27 Mayıs 2005 tarihlerinde, Ankara Ekin Sanat Merkezi‘nde yapılan Sempozyumun açılış konuşması, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı tarafından yapıldı. Mehmet SOĞANCI‘dan sonra, düzenleyici kuruluşlardan KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı TOMBUL, TÜRK-İŞ Genel Başkanı Salih KILIÇ açılış konuşmaları bölümünde birer konuşma yaptılar.

20. YILINDA TÜRKİYE‘DE ÖZELLEŞTİRME GERÇEĞİ SEMPOZYUMU BİLDİRGESİ

 

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-İŞ), Hak İşçi Sendikaları Konfederasyonu (HAK-İŞ), Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi Vakfı (KİGEM) olarak, 26-27 Mayıs 2005 tarihlerinde Ankara‘da birlikte gerçekleştirdiğimiz ve emek örgütlerinin üyeleri, bilim insanları ve basın emekçilerinin hazırladıkları 9 adet çağrılı bildiriyi, 16 adet sektör raporunu ve duyarlı her yurttaşa söz verilen forumu içeren "20. Yılında Türkiye‘de Özelleştirme Gerçeği" konulu Sempozyum sonunda, aşağıdaki düşüncelerimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz:

"Özelleştirme" küresel kapitalizmin, ürettiği krizini aşmak amacıyla, özellikle 1980‘li yıllardan sonra mal, hizmet ve sermayenin küresel ölçekte sınırsız dolaşımını sağlamak için "liberal reformlar" adı altında "Dünya" ölçeğinde dayattığı, ekonomik, toplumsal, siyasal ve ideolojik boyutları olan küresel politika araçlarından birisidir.

Dar anlamda, "devletin iktisadi faaliyetlerini gerçekleştiren kamu iktisadi teşebbüslerinin yani KİT‘lerin mülkiyetinin özel sektöre devredilmesi geniş anlamda, "devletin iktisadi faaliyetlerinin azaltılması ya da bu fonksiyonunun tümüyle serbest piyasa koşullarına devredilmesi"ni içeren "özelleştirme"lerin Ülkemizde yasal altyapısının oluşturulmasına 1983 yılı sonrasında başlanmış, 1984‘te 2983 sayılı Yasa, 1986‘da 3291 sayılı Yasa, 1990-94 arası bir dizi KHK, 1994‘te de eksikliklerin giderilmesi amacıyla 4046 sayılı Özelleştirme Yasası çıkarılmış; özelleştirmelerin uygulama alanının ve önceliklerinin belirlenmesi için ise, Dünya Bankası istemiyle 1985 yılında "Özelleştirme Ana Planı" hazırlanmıştır.

Özelleştirme çalışmaları, 1984 yılında kamuya ait yarım kalmış tesislerin tamamlanması veya yerine yeni bir tesis kurulması amacı ile özel sektöre devir uygulamaları ile başlamış; 1986 yılından itibaren hız kazanan program çerçevesinde, günümüze kadar 183 kuruluşta halka arz, varlık satış, devir işlemi ve blok satış yöntemleri ile yapılan özelleştirmeler sonucunda 171 kuruluşta hiç kamu payı kalmamıştır. Kısmen özelleştirme gerçekleştirilen diğer 12 kuruluşta ise halen kamu payı bulunmaktadır.

Bu süreçte; doğal tekel alanlarında kamu işletmeleri parçalanarak, kamuya ait çimento sanayi, süt sanayi, et sanayi, yem sanayi, dokuma sanayi, orman ürünleri sanayi, gemi sanayi, gübre sanayi, enerji santralleri, kimya ve petrokimya tesisleri, maden işletmeleri, demir çelik işletmeleri, kağıt fabrikaları, telekomünikasyon hizmetleri, ulaşım hizmetleri ve bankacılık sektörü özelleştirilerek, alan yabancı tekellere bırakılmış, ülkemiz daha da fazla dışa bağımlı duruma sokulmuştur.

1990‘lı yıllardan itibaren, KİT‘lerin dışında, Dünya Ticaret Örgütü kararları ve GATS hükümleriyle bağlantılı olarak eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve altyapı hizmetleri de özelleştirme saldırısına uğramaya başlamıştır.

Emek ve demokrasi güçlerinin istemleri doğrultusunda değil, küresel sermayenin egemenliğinin bir aracı olarak gündeme getirilen "yerelleşme" politikaları ile, su, toprak, orman, kıyılar ve madenler gibi doğal kaynaklar tüm yurttaşların yararlanacağı varlıklar olmaktan çıkarılmakta, alınıp satılabilir "mal" konumuna dönüştürülmektedir.

Ortaya çıkan sonuç; işsizliğin artması, eşitsizliğin derinleşmesi, sosyal ve ekonomik dokunun zarar görmesi, göçlerin yaşanması, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve altyapı gibi temel yurttaşlık haklarının piyasalaştırılması, kamu hizmetlerinden yoksun kalma olmaktadır. Kamu yönetiminin tüm sektörlerde kırıldığı veya tarım sektöründe olduğu gibi dağıtıldığı, kamu adına karar alma ve uygulama düzeneklerinin "yönetişim" modeliyle küresel sermayenin örgütlerine devredilmeye çalışıldığı süreçte, "katılımcılık", sermayenin kurduğu "sivil toplum örgütleri"ni içermektedir.

Ülkeyi "pazar", Devleti "tüccar", Yurttaşı "müşteri" konumuna getirmeyi amaçlayan ve ironik bir biçimde "AB‘ye uyum" adı altında son dönemde "Kamu Yönetimi Reformu" ve "Yerel Yönetimler Reformu" paketleri içine sıkıştırılmış yasal ve kurumsal düzenlemeler ile, küresel eklemlenmenin altyapısı tamamlanmaya çalışılmaktadır.

Ulusal kaynakları iç ve dış sermaye kesimlerine transfer eden borçlanma sisteminin doğal sonucu olarak borç sarmalı içine sıkıştırılmış ve üretimden koparılmış bir ekonomik sistemi kabul etmeye zorlanan insanlarımızın yaşam alanlarını doğrudan etkileyen bu süreç, "küreselleşmenin sorgulanması" bir yana, &neyin ne kadar özelleştirildiği" ve "özelleştirmenin ulusal ekonomiye ve topluma ne getirdiği" boyutlarında da yeterince sorgulanmamaktadır.

"İdeolojiler öldü" savıyla "küresel kapitalist ideoloji"nin tek doğru olarak dayatıldığı yirmi yılı aşkın sürede, dünyada ve ülkemizde neo liberal saldırılara karşı emekten yana güçlerin tepkileri, 2005 yılında yaşanan SEKA ve Seydişehir direnişleri dışında, ya sektörel bazda kalmakta, ya da yeterince etkili olamamaktadır.

Özelleştirmenin felsefesini "devletin üretimden çekilerek" asli görevi olan alanlara yoğunluk vermesi olarak değerlendirenler, bu aldatmaca ile toplumun bazı kesimlerini ikna edebilmişlerdir. Özelleştirmeye karşı tepkilerini ortaya koyan sendika ve meslek odaları gibi kuruluşların toplumun ikna edilmiş kesimlerini yeteri kadar yanlarına çekememesinin başlıca nedeni ise, özelleştirmeye destek veren bazı medya grupları olmuştur.

Özelleştirmelere karşı verilecek mücadelenin yalnızca çalışan kesimin sorunu olmadığını ve sonuçların toplumun tümünü etkilediğini bilen ve bu nedenle mücadelenin birlikte olması gerektiğine inanan TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve KİGEM olarak; bağımsız, demokratik, kalkınmış ve onurlu bir ülkede birlikte yaşamak için şunları söylüyoruz:

- Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası eksenli yıkım politikalarının geriletilmesine yönelik çabalar yoğunlaştırılacaktır.

- Özelleştirme politikaları ile ülkemize ve yurttaşlarımıza yaşatılan yıkım birlikte geri püskürtülecektir.

- Küresel yıkımın altyapısını hazırlayan yasal düzenlemeler karşısında etkin bir karşı duruş birlikte gerçekleştirilecektir.

- Yapılmaya çalışılan özelleştirmelerin hızının kesilmesini sağlayan hukuk mücadelemiz kesintisiz sürecektir.

- Üretim, yatırım, verimlilik ve teknolojik gelişmeye dayalı planlamaları içeren Ulusal Kalkınma Planlarının yürürlüğe konması için ortak mücadele verilecektir.

- Üreten, büyüyen, paylaşan bir ekonomik sistem için birlikte mücadele edilecektir.

- Ulusal varlıkların ve sosyal kazanımların geliştirilmesi için ortak tepki birlikte örgütlenecektir.

TÜRK-İŞ HAK-İŞ DİSK KESK TMMOB TTB KİGEM

 

20. YILINDA TÜRKİYE'DE ÖZELLEŞTİRME GERÇEĞİ SEMPOZYUMU AÇILIŞ KONUŞMASI

Mehmet SOĞANCI
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı

Sayın Konfederasyon Başkanlarım, Emek Örgütlerinin, Meslek Örgütlerinin Sevgili Başkanları, Sevgili Temsilcileri, Yüreği emekten ve halktan yana atan Sevgili Arkadaşlarım, Sevgili Katılımcılar 20. yılında Türkiye'de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumuna hoş geldiniz. Hepinizi Sempozyum Düzenleyici Kuruluşlar adına saygıyla selamlıyorum.

Sevgili arkadaşlar,

Kapitalist "Küreselleşme" sürecinin önemi bir aracı olan ve özellikle 1980'li yıllardan sonra Dünya ölçeğinde dayatılan politikalardan biri "Özelleştirme"; dar anlamda "devletin iktisadi faaliyetlerini gerçekleştiren kamu iktisadi teşebbüslerinin yani KİT'lerin mülkiyetinin özel sektöre devredilmesi", geniş anlamda "devletin iktisadi faaliyetlerini azaltması yada bu fonksiyonunun tümüyle serbest piyasa koşullarına devredilmesi" olarak tanımlanmaktadır. KİT'lerin yönetim ve mülkiyetinin özel kesime devredilmesini, kamu hizmetlerinin özel kesime ihale edilmesini, kamu hizmetlerinin fiyatlandırılmasını, kurumsal serbestleşmesinin sağlanmasını içeren Özelleştirmelerin; ülkemizde yasal altyapısının oluşturulmasına 1983 yılı sonrasında başlanmış, 1984'de 2983 sayılı yasa, 1986'da 3291 sayılı yasa, 1990-1994 arası bir dizi KHK, 1994'de 4046 sayılı "Özelleştirme Yasası" çıkarılmış; Dünya Bankası desteğiyle 1985 yılında "Özelleştirme Ana Planı" hazırlanmıştır.

Özelleştirmeyi savunanların en temel iddiası KİT'lerin kamuya yük olduğu iddiasıdır. Bu iddiayı savunanlara göre "devlet vatandaştan topladığı gelirleri vatandaşa hizmet yerine, KİT açıklarının kapatmakta kullanıyor ve vatandaşın devletten aldığı hizmet azalıyor. Devlet bu yükten kurtulursa vatandaşa daha iyi hizmet verir." İkinci bir yaklaşım ise "Devlet, bu kadar ekonomik gücü elinde tutuyor ve bu güç baskı olarak geri dönüyor. Devleti bu ekonomik güçten arındırırsak devlet demokratikleşecektir."

Derler ki;

KİT'ler tekel oluşturmakta ve rekabeti önlemektedir. Oysa; rekabet ucuzluk getirir. KİT'lerin satılırsa tekeller olmayacak, rekabet ortamı doğacak ve dolayısıyla mal ve hizmet bedelleri ucuzlayacaktır. KİT'lerde üretilen mal ve hizmetlerin maliyetleri, verimsiz çalışma nedeniyle yüksektir. KİT'ler kamu açıklarını arttırmakta ve sürekli enflasyon nedeni olmaktadırlar.KİT'ler satılırsa herkes pay sahibi olacak ve mülkiyet tabana yayılacaktır. Dengeli bir mülkiyet dağılımı da demokratikleşmeyi getirecektir. Mallar devletten alınacak halka verilecektir. Toplumda girişimcilik ruhu artacaktır.Özelleştirme ile servet geniş kitlelere yayılacaktır. Yolsuzluklar önlenecektir. Kamudaki işçi fazlalığı azaltılacaktır.Özelleştirme biriken borçları azaltır.

Böylesi ideolojik yaklaşımlarla Özelleştirme çalışmaları,1984 yılında kamuya ait yarım kalmış tesislerin tamamlanması veya yerine yeni bir tesis kurulması amacı ile özel sektöre devir uygulamaları ile başlamış; 1985 yılından itibaren hız kazanan program çerçevesinde, günümüze kadar 183 kuruluşta hisse senedi veya varlık satış/devir işlemi yapılmış, bu kuruluşlardan 171'inde hiç kamu payı kalmamıştır.

Küreselleşen dünyada, bir avuç azınlığın denetimindeki uluslararası sermaye, tüm insanların kaderi üzerinde her türlü demokratik ve toplumsal denetimden uzak bir biçimde kurduğu egemenliğini görülmemiş boyutta yaygınlaştırmış ve yoğunlaştırmıştır. Borç kıskacına alınmış olan ülkelerin iktidarlarına kendi ülkelerine ve halklarına ihanet anlamına gelen kararlar aldırtabilmektedirler.

Artık hepimiz biliyoruz, 20.yılında herkes ifade edebiliyor; Özelleştirme ülkemize uluslararası kuruluşlarca dayatılan ve ülkemiz gerçeğiyle uyumlu olmayan bir uygulamadır. Özelleştirme, demokrasiyi azaltan, ekonomiyi küçülten, çalışmaları örgütsüzleştiren, işsiz bırakan, yoksul kesimleri eğitimsiz, sağlıksız ve sosyal güvencesiz bırakan, ülkemizin sömürgeleştirilmesini derinleştiren bir uygulamadır.

İşte bu sempozyumda insanlarımızın yaşam alanlarını doğrudan etkileyen bu süreçte; bu 20 yıllık süreçte, "neyin ne kadar özelleştirildiği" ve "özeleştirmenin ulusal ekonomik ve topluma ne getirdiği" sorgulanacaktır.

Sevgili arkadaşlar

Ocak 2005 de TMMOB'nin çağrısı ile bir araya gelen TÜRK-İŞ, HAK-İŞ, DİSK, KESK, TMMOB, TTB KİGEM temsilcileri, yapılan bir dizi toplantı ile bu gün burada başlattığımız bu sempozyumu gerçekleştirme kararı aldılar.

Bu sempozyumda birinci oturumda bilim insanları "Küreselleşmenin önemli aracı- özelleştirme" başlığı altında Dünya'da ve Türkiye'de Kapitalizmin Tarihsel Değişimi, Özelleştirme Politikaları ve Hukuksal Savaşım konularındaki düşüncelerini bizimle paylaşacaklar.

İkinci oturumda 20. yılında özelleştirmenin bilançosu ortaya konulacak. 18 başlıkta hazırlanan sektör sunumları katılımcılarla paylaşılacak.

Üçüncü oturumda "20. yılında Özelleştirilmelerin Sorgulanması" başlığı altında bilim insanları görüşlerini bizlere aktaracaklar.

IV. oturum ise hepimizin konuşacağı, "Forum" oturumu. Görüşleri birbirimize aktaracağız, sonuç bildirgesini hep birlikte oluşturacağız.

Sevgili arkadaşlar,

Bu sempozyumun oluşumunda görev alan TMMOB Özelleştirmelerin ve Sonuçlarının Takibi Çalışma Grubu, düzenleyici kuruluşların temsilcilerine, görüşlerini bizimle paylaşacak bilim insanlarına, sektörel raporları hazırlayan kurum temsilcilerine ve katılımlarınızdan dolayı sizlere Düzenleyici kuruluşlar ve örgütüm TMMOB adına teşekkür ediyorum.

Bu sempozyum Sonuç Bildirisi Türkiye'nin her noktasına ulaştırılacaktır. Konuşmalar basılarak ilgililerin kullanımına sunulacaktır.

Son söz basittir:

Sevgili Arkadaşlar:

EVET BİZ ÖZELLEŞTİRMELERİ DURDURABİLİRİZ.

Hepinize saygılar sunuyor, katılımlarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.

 

TMMOB Makina Mühendisleri Odası
Yönetim Kurulu Başkan Vekili S. Melih ŞAHİN'in
"20. Yılında Türkiye'de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumu"nda 
Yaptığı Konuşma

Sayın Başkan,

Değerli katılımcılar,

Hepinizi Makina Mühendisleri Odası ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle ülkemizin uzun yıllardır siyasal iktidarlar tarafından uluslararası tekellerin ve temsilcilerinin istekleri doğrultusunda sürüklendiği konuma dur demek ve her alanın pervasızca talan edildiği bir ortamda bu etkinliği TMMOB sekretaryalığında düzenleyen TÜRK İŞ, HAK İŞ, DİSK, KESK, TMMOB, TTB ve KİGEM'e ve ayrıca bu sempozyuma katılarak katkı koyan değerli akademisyenlere Odam adına teşekkür ediyorum.

Burada bana verilen süre içerisinde sizlere Odamızın özelleştirme konusundaki bakış açısını kısaca sunmaya çalışacağım. Görüşlerimizi içeren metnin tamamını ise etkinlik sekreteryasına ayrıca sunacağız.

Değerli katılımcılar,

Kapitalizmin başından beri yaşanan küreselleşme süreçlerinin 1980 sonrası yeni aşamasında birbirleriyle içiçe iki evre yaşanmıştır. Birinci evrede ekonomik süreçler ön plana çıkmakta ve ticaretin serbestleştirilmesi, sermayenin önündeki kısıtların tamamen kaldırılarak tek tek ülkelerin uluslararası finans ağ ve organizasyonlarına eklemlenmesi ve bu hedeflerle uyumlu kuralsızlaştırma (de-regülasyon) yani serbest piyasa işleyişi ve özelleştirme politikaları egemen kılınmıştır. Bu evrede devlete tanınan işlev "ekonomik rasyonalite" adına küçümsenmiş ve küçültülmüştür. Ekinci evrede ise piyasayı düzenleyici bir devlet (re-regülasyon) yaklaşımı benimsenmiştir. Her iki evre de bütün iç içeliğiyle Türkiye'de bügün de devam etmektedir.

Öte yandan 1979'da İngiltere'de başlayan özelleştirmelerin neo-liberal ekonomi politikaları kapsamında gündeme geldiğini kaydetmeliyiz. İkinci Paylaşım Savaşı sonrası dünyanın özgün sosyo-politik dengeleri ve kapitalist birikim modelleri kapsamında uygulanagelen kamu üretim ve işletmeciliğine 1980'lerle birlikte artık bir son verilmek istendi. 1970'li yılların ekonomik bunalımlarının da etkisiyle, 1980'lerden itibaren neo liberal ekonomiye geçiş yapıldı.

Değerli katılımcılar,

Konumuzla bağlantılı süreci Türkiye açısından 24 Ocak 1980 kararları ile başlatmak mümkündür. 12 Eylül askeri darbesiyle birlikte 1983 yılından sonra gündeme gelen özelleştirme programı için gerekli hukuksal yapı, düşe kalka ilerleyen onlarca düzenleme ile oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu süreçteki ilk hukuksal düzenleme, 29.02.1984 tarihinde çıkarılan 2983 sayılı yasa ile yapılmış, 1984 yılından günümüze özelleştirme konusunda bir çok yasa ve Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarılmıştır. 24.11.1994 tarih ve 4046 sayılı "Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesine ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun" ile önemli bir düzenleme yapılmıştır. Bugünkü özelleştirmeler, üzerinde birçok değişiklik ve ek yapılan adı geçen yasa ve Anayasa'nın ("devletleştirme ve özelleştirme" şeklinde ) değiştirilmiş 47. maddesi üzerinden yapılmaktadır.

Böylece cumhuriyetten bugüne kadar ülke ekonomisine çok önemli katkıları olan kamu kurum ve kuruluşları ile KİT'ler, birer birer yerli ve yabancı tekellere açılmıştır. Siyasal iktidarların madencilikten enerjiye, iletişimden, ulaşıma, eğitimden, sağlığa, yerel yönetimlerden hizmet sektörüne dek bir çok alanın talan edilmesi yönünde uluslararası tekellerin ve temsilcilerinin isteklerine cevap verilmeye çalışıldığı bu süreçte sanayileşmeden, dolayısıyla bağımsızlıktan bir kez daha vazgeçilmiştir.

Değerli katılımcılar,

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nın 1998 yılında yayımladığı bir yayında, özelleştirme şöyle çerçevelendirilmektedir: "Özelleştirmenin ana felsefesi, devletin, asli görevleri olan adalet ve güvenliğin sağlanması yolundaki harcamalar ile özel sektör tarafından yüklenilemeyecek altyapı yatırımlarına yönelmesi, ekonominin ise pazar mekanizmaları tarafından yönlendirilmesidir." Burada yalnızca adalet ve güvenlik mekanizmaları devlete bırakılmakta, yararcı bir yaklaşımla "özel sektör tarafından yüklenilemeyecek altyapı yatırımları" yani özel sektör için başlangıçta "rantalbl" olmayan temel yatırımlar devlete bırakılmakta, ancak altyapısı tamamlanmış kuruluşlar da dahil olmak üzere ekonominin tamamının özel sektöre bırakılması amaçlanmaktadır.

ÖİB bu yayınını son zamanlarda yenilenip güncellenmiş ve özelleştirmenin nihai amacına ilişkin artık tam bir açıklık sergileyerek, "Özelleştirmenin temel amacı nihai olarak, devletin ekonomide işletmecilik alanından tümüyle çekilmesini sağlamaktır" ifadesiyle özelleştirmeye ilişkin bakış açısını daha da netleştirmiştir. Burada sermayenin devleti tamamen dışlayan yeni bir politikaya daha açık olarak yöneldiği gözlenmektedir.

Küreselleşme süreçleri eşliğinde ve bizatihi yabancı sermayeye de açılan uygulamalarla birlikte düşünüldüğünde, özelleştirme, azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ekonomiyi ulusallıktan, ulusal nitelik ve çıkarlardan arındırma ile eşanlamlı bir uygulama olmaktadır.

Özelleştirme, devlete ait kamusal, nihai anlamıyla ise toplumsal mülkiyete ilişkin varlık ve hizmetlerin özel şahıslara satışını, bir mal veya hizmetin üretim veya dağıtımı için imtiyaz verilmesini, mal/hizmet üretim veya dağıtımının kuralsızlaştırılmasını ve nihayet kuralları belirleme ve uygulama yetkilerinin özerk düzenleyici kurul, kurum ve kuruluşlara devri gibi geniş bir alanı kapsamakta ve farklı uygulamaları bulunabilmektedir.

Değerli katılımcılar,

Ülkemizdeki özelleştirme uygulamalarına kısaca bakarsak;

Ülkemizde özelleştirme sürecini genel hatlarıyla iki evreye ayırmak olanaklıdır. İlki 1980'lerden bugünlere kadarki, ikincisi ise stratejik sektörlere yönelinen bugünkü evredir. Ekonominin 1980 sonrası yeniden yapılandırılması sürecinde madencilik ve enerjide toplam üretimin büyük bir kesimini, imalat sanayiinde ise sınai katma değerin yaklaşık % 30'unu üreten bir KİT sistemi mevcuttu. Bugün ise imalat sanayii üretiminin yaklaşık 1/3'ü yabancı sermayenin denetimindeki kuruluşlarca gerçekleştiriliyor. 1980'li yıllardaki özelleştirme satışları bu açıdan bir yekun oluşturmayıp, 0.3 milyar dolar çevresinde kalmıştır. Bu yılların egemen söylemi, "etkinlik amacı ile özelleştirme" idi.

1990'lı yıllar ise oldukça etkin ve yoğun ideolojik koşullama kampanyaları eşliğinde geçti. Önce "etkinlik amacı ile özelleştirme", sonra "özelleştirme artı yeniden yapılandırma" söylemi ve nihayet "kamu açıklarını kapatma amaçlı özelleştirme" demagojisi devreye sokuldu. Medyanın aktif desteğiyle koşullama kampanyaları öylesine etkin oldu ki, konu hakkında hiçbir fikri olmayan sokaktaki insanlar da "devletin hantallığından", "KİT'lerin özelleştirilmesinin yararları"ndan söz eder oldular.

Bu arada 1990'ların ortasından özellikle de 2000'lerden itibaren, özelleştirme programına uygun olarak KİT'lerin nihai tasfiyesi amacıyla; teknik ve fiziksel yıpranmanın net varlık yapılarını aşındırarak çökerttiği girişimlerin sembolik fiyatlarla satılması; bazı KİT''lerin en üretken kesim veya varlıklarının satışı, geri kalan kesimlerinin ise çürümeye terk edilmesi vb. yollara başvurulduğu bilinmektedir. Aynı şekilde işletmelerin kötürüm kılınması, yabancı sermaye kuruluşlarıyla rekabette yabancı sermaye lehine ince oyunlar ve kuralsızlaştırma politikalarıyla toplum nezdinde bazı KİT'lerin gözden düşürülmesi yollarına da başvurulduğunu belirtmeliyiz.

Değerli katılımcılar,

1985'ten bugüne kadar yapılan bunca özelleştirmede, toplam 9.5 milyar YTL (14.3 milyar dolar) edinilmiştir.

ÖİB'in aynı yıllara ilişkin giderlerine baktığımızda, 9.2 milyar YTL (13.9 milyar dolar) harcaması olduğu; özelleştirmenin yerli ve yabancı sermayeye ulusal kaynak aktarım işlevinin dışında hiçbir gelir getirici fonksiyonu olmadığı ve özelleştirme gelirlerinin tamamen ÖİB'in harcamalarına aktığı bizzat ÖİB verilerinde görülmektedir.

Değerli katılımcılar,

Bu sonuçların, "ekonomik rasyonalite" adına bile tam bir fiyasko olduğunu ifade etmeliyiz.

Sonuçta küreselleşme süreci ve izdüşümü olan politikalarla kamu yönetimi, kamu işletmeciliği ve üretici KİT modeli büyük ölçüde tahrip edilmekte ve bugünkü koşullarda yeniden yapılandırma güçleştirilmektedir.

Özelleştirmenin yeni evresinin, stratejik sektörlere yönelim olduğunu daha önce belirtmiştik. Ancak, örneğin enerji ve telekomünikasyon alanındaki özelleştirmelerin yalnızca kârlılık açısından değil, çevre ülke ekonomilerindeki mal ve bilgi üretiminin temel girdilerini kontrol etme açısından da önem taşıdığı; dolayısıyla uluslararası eklemlenmeyi yaşayan yerli sermaye dolayısıyla olsun doğrudan yabancı sermaye dolayımıyla olsun Türkiye üzerinden çevre ülkelerin ekonomik-politik bağımlılıklarını artırıcı bir fonksiyon üstlenileceği açıktır.

Bu noktada, ekonomik ve siyasal düzeylerdeki vesayet, önceki düzeylerini aşan bir dışa bağımlılık, siyasal alan ve parlamenter demokrasinin işlevsel olmaktan uzaklaşması ve toplumun yoksullaşması iç içe geçen olgular olarak kaydedilmelidir. Tam da bu noktada, "küreselleşme sürecinin kaçınılmazlığı" şeklinde neo liberal ideologlarca ve ülkemizdeki temsilcilerince dayatılanın, gerçekte bir kaçınılmazlık değil, sermayenin sınıfsal ve siyasal tercihi olarak belirlenmektedir.

Değerli katılımcılar,

Yaşanan süreç, özelleştirme uygulamaları başladığı günlerden itibaren, Odamızca TMMOB örgütlülüğü çerçevesinde yakın izlemeye alınmış olup, özellikle meslek disiplinlerini ilgilendiren alanları kapsayan ve TMMOB adına Odamızın düzenlediği "TMMOB Sanayi Kongresi" ve benzeri ortamlarda konu sürekli olarak gündemde tutulmuş, oluşturulan görüş ve öneriler kamuoyuna sunulmuştur.

Değerli katılımcılar,

Türkiye'nin neo liberal uygulamalar dışında seçenek üretme ile yüz yüze kaldığı günümüzde, düzenlenen sempozyumun bu açıdan büyük önem taşıdığını belirtmeliyiz.

Bu noktada Makina Mühendisleri Odası olarak,

Küreselleşme süreçlerinin nedensellik ve sonuçlarına dikkat çekmenin,

Türkiye'nin dışa bağımlılığına son verilmesinin,

Ekonomik ve sosyal tahribatlara yol açan özelleştirmelere son verilmesinin,

Kamu eliyle yaratılan ve toplumsal değerlerimiz olan KİT'lerin birer mevzi olarak savunulmasının,

Ulusal bağımsızlık, planlama ve ulusal ekonomi paydalarının geliştirilmesinin,

Sanayileşme, demokratikleşme ve başka bir Türkiye'nin mümkün olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.

Değerli Başkan,

Sevgili katılımcılar,

20. Yılında Türkiye'de Özelleştirme Gerçeği Sempozyumu'nun toplumsal duyarlılık geliştirmede önemli bir katkı oluşturduğu inancıyla, hepinizi Oda Yönetim Kurulu ve şahsım adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.