DEMOKRATİK KALKINMA İÇİN SANAYİ VE ENERJİ POLİTİKALARI

×

Hata mesajı

  • Notice: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 771 satırı) içinde Undefined index: 3.0.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 777 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 781 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 841 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.

Oda Enerji Çalışma Grubu Başkanı Oğuz Türkyılmaz'ın "Demokratik Kalkınma İçin Sanayi Ve Enerji Politikaları" başlıklı yazıları 3-4 Ocak 2024 tarihlerinde BirGün Gazetesi'nde yayınlandı.

Demokratik Kalkınma İçin Sanayi Ve Enerji Politikaları-1: Ne için, kim için enerji

Yirmi yılı aşkın süredir, Cumhuriyet karşıtı, neoliberal iktisadın en sıkı uygulayıcısı, şeriat yanlısı siyasal kadrolar iktidarda. Uygulanan sermaye yanlısı ve emek düşmanı politikalarla ülke, bir yangın yerine dönüştü. Kamu kaynaklarıyla büyütülen yandaş sermaye grupları ve tarikat yöneticileri, kağıt üzerinde dört beş görevle yüksek maaşlar alan tuzu kuru bürokratlar ve her dönem kollanan sermayedarlar dışında; halkın çok büyük çoğunluğu işsizlikle boğuşmakta, düşük ücretlerle, asla baş edemeyecekleri hayat pahalılığının altında ezilmektedir. ”Tek Adam” rejiminde, bütün erkler Saraya bağlanmış, yasama, yargı, yürütme, tüm devlet kademeleri, Sarayın hiyerarşik yönetim ve denetimi altına girdi. AYM ve AİHM kararları yok sayılırken hukukunun üstünlüğünün yerini, Sarayın kararları ve “üstünlerin hukuku” aldı. Her türlü demokratik itiraz ve direniş yasa dışı ilan edilebilmekte, demokratik kültürel faaliyetleri yasaklanıyor. Cumhuriyet tüm değer ve kurumlarıyla ortadan kaldırılmaya, çağdışı siyasi referanslara dayalı dini yönetim tarzı ve kurumsallaşma kalıcılaştırılmaya çalışılıyor.

1980 SONRASINDA KAMUCULUK TASFİYE EDİLDİ

1980’ler’den bugüne, bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de sermaye iktidarları eliyle neoliberal politikalar uygulandı. 2000’li yıllarda bölme, küçültme, kapatma, özelleştirme uygulamaları hız kazandı. Tüm kamu iktisadi kuruluşları yoğun özelleştirmelere konu olmuş, kamunun başta sanayi tesisleri olmak üzere, işletmelerinin çok büyük bölümü etkisizleştirildi, özelleştirildi veya kapatıldı. 1980’den günümüze, tarım üreticisi için pazar/fiyat oluşturan, ülke sanayinin ve daha genel anlamda ülke ekonomisinin ve halkın ihtiyaçlarını karşılayan ve bunu da kâr amacı gütmeden yapan düzenleyici/tedarikçi kuruluşlar olan kamu kuruluşları; küçültülerek, özelleştirilerek, tasfiye edilerek, kapatılarak etkisiz hale getirildi. Tarımsal üretim nüfus artışına yanıt verecek düzeyde arttırılmadı. Ülke sanayinin ihtiyacı olan hammadde ve ara mallarını kâr amacı gütmeden tedarik eden ve teknolojik dönüşüm potansiyeli olan KİT sektörünün tasfiye edilmesi nedeniyle, dışa bağımlılığı azaltacak bir sınai/teknolojik atılım da yapılmadı. Önceleri ağırlıklı olarak kamu sanayi atılımlarında somutlanan Türkiye’nin sanayileşme süreci, planlama-sanayileşme-kalkınma üçlüsünün terk edilmesiyle birlikte kesintiye uğratıldı.

Bu sürecin son yirmi yılına damgasını vuran tek parti döneminde, sanayi düşük teknolojili üretimle, emek yoğun sektörlerle, finansal spekülasyonlar ve mafya esintili, oligarşik bir rant ağı ile kuşatılmış durumdadır. Üretim gücünün tahribi, dış borçlara ve ithal girdilere bağımlılık, borç ve faiz ödemelerinin büyüklüğü, inşaat-rant odaklılık vb. olgular, ülkemizin sanayileşmeden tamamen uzaklaştığını ortaya koymaktadır.

Özelleştirmeler ve kamusal üretim-hizmet ve denetimin tasfiyesi, üretim ile ihracatın ithal girdilere bağımlılığı ve fason üretim olguları, sanayisizleşmeyi sürdürmüş, tarımı mahvetmiş, mühendisliği değersizleştirildi.

Üretimde ağırlık düşük teknolojilidir. Özel sermaye, imalat sanayinde, düşük teknoloji, düşük yatırım maliyeti, canlı pazar, yüksek kâr ve düşük ücret profilli sektörlere yönelmiştir. Sektörel kârlılıkların emek yoğun, düşük ve orta düşük teknolojili sektörlerde çok daha hızlı artıyor olması ve yüksek düzeylere ulaşması, düşük (ve sürekli gerileyen) emek ücreti serisi ile birleşmektedir. Tüm bu etkenler, Türkiye imalat sanayinin üretim yapısını da düşük ve orta düşük teknolojili bir platforma çekmektedir. Bu tablo ortadayken, rekabetçilik ve kâr motivasyonu ile hareket eden özel sektör yatırımcısının kendiliğinden yüksek teknolojili sektörlere geçmesi (sağlanan teşvikler ne olursa olsun) mümkün değildir. Özel sektör yüksek teknolojili sektörlere yatırım yapmazken, kamu ise, sahayı çoktan terk etmiştir.

EMEK SÖMÜRÜSÜ ÜZERİNE İNŞA EDİLEN SANAYİ

İktidarın sarıldığı “ucuz işgücü”, sömürünün ve sermaye kârlarının yoğunlaşmasının ve yoksulluğun ana kaynağıdır. Sermaye emek denkleminde, emek hep gerileyen taraftır. İmalat sanayiinde çalışan işçilerin ücretleri 2009-2021 döneminde USD bazında tüm alt sektörlerde gerilemiştir. Emek gelirlerinin katma değer içindeki payı tüm sektörlerde gerilerken en fazla gerileme imalat sanayinde olmuştur. Bu da açık bir kaynak transferidir. Göçmen işçileri ucuz işgücü deposu gören, niteliği dikkate alınmadan her yerde açılan mühendislik bölümleri ile teknik eleman kalitesini düşüren ve çalışanlara da bu işsiz mezun ordusu ile korkutarak düşük ücret vermeyi sürdüren sermaye kesimi, yüksek katma değerin en büyük kesimini (hem de payını artırarak) almaktadır. 

BÖLGESEL DENGESİZLİKLER ARTIYOR

Batı illeri ve başta İstanbul olmak üzere bilhassa Marmara Bölgesi, ulusal ve sanayi hasılasının toplam ve kişi başı değerlerinde hep ön sırada yer almış  ve bölgesel gelir dengesizliklerini arttırmıştır. Altyapı, lojistik ve ulaştırma yatırımlarının da batı bölgelerinde yoğunlaşması sonucu sanayi yatırımları da, bu bölgelere kaymıştır. Geri kalmış yöreleri teşvik etmeyi amaçlayan teşvik politikası işlevsiz kalmıştır. Ülke içi ve ülke dışından işgücü göçlerinin batı/kuzeybatı bölgelerine yönelmesiyle ile sadece gelir dağılımı anlamında değil, sosyolojik açıdan da dengesizlikler artmıştır. 2021 yılı itibarıyla Türkiye nüfusunun yüzde 46’sını oluşturan batı illeri, GSYİH’nin yüzde 61’ine, sanayi hasılasının ise yüzde 64’üne sahiptir. Türkiye’nin doğu illeri ise toplam nüfusun yüzde 24’üne sahipken GSYİH’dan aldıkları pay yüzde 12, sanayi katma değerinden aldıkları pay ise yüzde 10’dur. Çözüm, kâr ve rekabetçilik amacı gütmeyen ve yöredeki girdi potansiyelini de değerlendirecek olan kamu işletmelerinin bu bölgelerde sanayileşmenin ve kalkınmanın öncüsü olmasıdır.

“ÇEVRE” SINIRSIZCA İSTİSMAR EDİLİYOR

Sanayi tesislerinin belirli bölge ve akslarda bilhassa İstanbul-Kocaeli-Adapazarı, Çerkezköy, Bursa, İzmir-Manisa, Mersin-Adana-Ceyhan-İskenderun yoğunlaşmıştır. Bu durum, bu yörelere yönelik bir nüfus akımına ve yanı sıra verimli tarımsal arazilerin, yeşil alanların, orman alanlarının, nehirlerin, göllerin yıkımına neden oldu.

EKONOMİDE GELİNEN DURUM SÜRPRİZ DEĞİL

Topluma dayatılan bu reçete rekabet ekonomisi değil, sefalet ekonomisidir. Siyasi iktidar uyguladığı ekonomik ve sosyal politikalarla emekçi kesimleri tamamen yoksullaştırmış, devleti sosyal görevlerinden arındırarak baskı aracına dönüştürmüştür.

Yaşanan sorunların ana kaynağı devletin sosyal sorumluluklarının terk edilmesini, ekonomik alandan çekilmesini, kamusal varlık ve yatırımların özelleştirilmesini, üreticileri korumaya yönelik uygulamaların terk edilmesi politikasıdır. Banlarla birlikte ücretli kesimlerin düşük maaş ve kötü çalışma koşulları altında çalıştırılmasını, sosyal güvencelerden yoksun bırakılmasını, uluslararası sermaye hareketleri önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, kamusal hizmetlerin ticarileştirilmesini temel alan bu politikalarını da eklemek gerekiyor. Yurt dışından gelen sıcak paraya dayalı ekonominin, o para akışı kesildiğinde işleyemez hale geleceği açıktır. Ülke kaynaklarının sadece hizmet, finans, inşaat ve gayrimenkul sektörlerine ayrılması dengeli bir ekonomik büyümeyi engellemiştir. Rant yaratmak için gerçekleştirilen çılgın ve gereksiz projeler bu ülkeye yük olmaya devam edecek, yeni çevresel sorunlar yaratacaktır. İstihdam yaratmayan büyümenin bu ülke halkına bir faydası olmamıştır. Sermaye çıkarlarının halkın ortak çıkarlarının önüne geçirilmesi, toplumsal bir felaketle sonuçlanmıştır. Ve bu felakette siyasi iktidarın bize vaat ettiği tek şey, daha fazla yoksulluktur.

ENERJİDE TOPLUM YARARI İÇİN NE YAPILMALI?

Toplum yararını gözeten enerji politika ve uygulamaları; çağdaş toplumlarda tüm yurttaşların ve toplumun ortak gereksinimlerini esas alır. Eğitim, sağlık, ulaşım, adalet, iletişim, kültürel ve sportif hizmetlerinin, güvenli çalışma ve yaşam koşulları, beslenme, uygun barınma vb. ihtiyaçlarının ve tüm bu hizmet ve faaliyetlerin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde toplam ekonomik faaliyetlerin gereksineceği miktar ve nitelikte enerjinin; toplum yararını gözeten demokratik, katılımcı kamusal planlama kapsamında, kamu hizmeti olarak, doğal ve toplumsal çevreye olumsuz etkileri asgari düzeyde tutularak ve azami ölçüde yenilenebilir kaynaklara dayalı olarak, etkin ve verimli şekilde teminini, iletimini ve dağıtımını amaçlar.

Enerjinin tüm tüketim alanlarında; toplumun gerçek ihtiyaçlarının karşılanmasının temel olması amaçlanmalıdır. Kapitalizmin gereksiz “aşırı, fazla tüketim, sürekli yeniden üretim” sarmalının tetiklediği, genel olarak tüm enerji kaynaklarının, özel olarak işlevsel olmayan elektrik tüketiminin (AVM’ler, geceleri pırıl pırıl aydınlatılan kamu binaları vb.) körüklenmesi anlayışından uzak durulmalıdır. Enerji üretim tesislerinin kamucu, katılımcı demokratik bir planlama anlayışı içinde, esas olarak rüzgâr, güneş vb. yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı ve toplum çıkarlarını gözetir biçimde kurulması temel olmalıdır.

Yazı Linki: https://www.birgun.net/makale/demokratik-kalkinma-icin-sanayi-ve-enerji-politikalari-1-ne-icin-kim-icin-enerji-495432


Demokratik Kalkınma İçin Sanayi Ve Enerji Politikaları-2: Enerjide bağımsızlık

Enerji ithalatı faturası 2022’de 96 milyar 549 milyon dolarla rekor kırmış ve toplam ithalat bedelinin yüzde 26,5’ini oluşturdu. Bu rakam ve oranla çok yüksektir. Bu sene, petrol fiyatlarındaki gevşemeye ek olarak Rusya Federasyonu’ndan (RF) özel indirimli fiyatlarla petrol ithalatına ağırlık verildi. Doğalgaz tüketim ve ithalatında da kayda değer bir artış olmadığı için enerji ithalat faturasının 2023’ten daha düşük olması söz konusu.

RF ile ülkemiz arasındaki asimetrik ilişki, enerji sektöründe çok net olarak görülebilir. Ukrayna savaşı gerekçesiyle uygulanan ambargolar sonrasında; Türkiye, Rusya Federasyonu’nun en önemli ihraç pazarlarından biri oldu. RF, Türkiye’nin doğalgaz, petrol ve taşkömürü ithal ettiği ülkeler arasında hacmen ilk sırada yer aldı. RF, toplam enerji arzında dörtte birden, enerji ham maddeleri ithalatında ise üçte birden fazla paya sahip.

2022’de 157,7 milyon TEP olan Birincil Enerji Arzı içinde ithal girdilerin payı yüzde 67,8, yerli kaynakların payı ise yüzde 32,2. Yine enerji arzı içinde fosil yakıtların payı yüzde 83,7, yenilenebilir enerji kaynaklarının payı ise yüzde 16,3. Enerji arzında yüzde 90’undan fazlası ithal edilen petrol ilk sırada gelmekte, onu bugün nerede ise tamamı ithal edilen doğal gaz ve yurt içi üretim artı ithalatı 130 milyon tona varan kömür izlemektedir.

Elektrik üretiminde fosil yakıtların payı yüzde altmışı geçmiştir. Özel şirketlerin üretimdeki payı ise yüzde 90’a dayanmıştır. Elektrik dağıtım ve satış hizmetinin tamamı, doğal gaz dağıtımı ve satışı, bu hizmetin belediye kuruluşu olan İGDAŞ tarafından sağlandığı İstanbul dışında ülke ölçeğinde, bütünüyle özel sektör şirketlerince verilmektedir.

FOSİL YAKIT İTHALATI AZALTILMALI

Enerji arzında dışa bağımlılığı azaltmak için, yenilenebilir kaynaklara ağırlık verilmeli ve büyük bölümü ithal edilen, kömür ve petrolün yanı sıra, doğal gazın da ithalat miktarı düşürülmelidir. 

Daha uzun bir süre, doğal gazın elektrik üretiminde, sanayi kuruluşlarında ve 20 milyon konutta mutfak, sıcak su eldesi ve ısınma için kullanılması söz konusudur. Bu durumda, doğal gazda dışa bağımlılığı azaltmak için, yurtiçi arama ve üretim faaliyetlerinin ve doğal gaz üretiminin mutlaka artırılması gerekmektedir.

Denizlerdeki aramalara da hız verilmelidir. Ege ve Akdeniz’de baskılara boyun eğip, arama çalışmalarını durdurarak egemenlik haklarını savunmakta geri adım atılması kabul edilemez. Ülkemiz, uluslararası hukuk kurallarını ve sözleşmelerini de dikkate alarak, Ege Denizi ve Akdeniz’deki egemenlik haklarını, denizin altındaki doğal kaynaklardan ve deniz üstü rüzgara dayalı elektrik üretim potansiyelinden, iyi komşuluk ilkeleri çerçevesinde, en doğru ve adil şekilde savunmasına imkân verecek bir strateji ve politikalar manzumesi geliştirmelidir. Ülkemizin görüşleri ilgili tüm uluslararası platformlarda kararlı biçimde dile getirilmelidir.

ETBK’nın Rüzgar Enerjisi Potansiyel Atlas’ına (REPA) göre karasal RES kurulu güç potansiyelin 48.000 MW’dir. Bu veriye göre şu anda RES potansiyelin sadece yaklaşık yüzde 24’ü değerlendirilmektedir.

Öte yanda, REPA’nın güncellendiği ve karasal potansiyelin mevcut teknoloji ve şartlarda 100.000 MW olduğu bildirilmektedir. Bu durumda, potansiyelin yalnız yüzde 11-12’sinin değerlendirilmiş olması da, yirmi yıldan fazladır iktidarda olan siyasi yapının fosil yakıt sevici, RES ve GES karşıtı tutumunu göstermektedir.

Düşük hızlarda esen rüzgârla da elektrik üretebilen türbinlerin gelişimi de dikkate alınarak, yapılacak yeni bilimsel çalışmalarla, Türkiye’nin, güncel karasal ve deniz üstü rüzgâra dayalı elektrik üretim potansiyeli belirlenmeli ve bir plan dahilinde değerlendirilmelidir.

Denizlerde kurulabilecek RES’lerde ise daha yola bile çıkılmamıştır. Yerli imalat sanayinin yanı sıra gemi ve deniz araçları yapım ve bakım onarım sektörünü ve denizciliği de geliştirme potansiyeli olan deniz üstü RES’lerle ilgili toplum yararı doğrultusunda bir yol haritası, strateji belgesi ve eylem planları, ilgili tüm kesimlerin katılımıyla hazırlanmalı ve uygulanmalıdır.

ETKB’nin Güneş Enerjisi Potansiyel Atlası’na (GEPA) göre, yıllık GES potansiyeli 380.000 GWh/yıl dır (yaklaşık 250.00 MW kurulu güç). Bu yüksek potansiyelin, şu anda sadece yaklaşık %4’ü değerlendirilmektedir. Atıl durumdaki bu dev potansiyelin de tam olarak değerlendirilmesi için, güneş enerjisi karşıtı yaklaşım devre dışı bırakılmalı, konan engeller kaldırılmalıdır. Kadim bir güneş ülkesi olan ülkemizde bu sonsuz kaynaktan en yüksek düzeyde yararlanılmalıdır

Yeni kurulacak yenilenebilir enerji kaynaklı santralların ve bakım-rehabilitasyon-yenileme çalışmaları yapılan tesislerin enerji ekipman ihtiyaçlarının yurt içinden imal ve temini esas olmalıdır.

NÜKLEER GÜÇ ‘BOYUNDURUĞU’

Ülkemizin nükleer enerji strateji belgesi, yol haritası, eylem planı yoktur. Ama çok yetersiz bir nükleer santral yasası, Rusya Federasyonu devlet şirketinin sahibi olduğu ve üreteceği elektriğe alım garantisi verilen, Rus yüklenici eliyle yapılan, denetimlerin yetersiz olduğu, yapımı için her türlü kolaylığın sağlandığı, deprem riskini yeterince gözetmeyen inşa halindeki Akkuyu NGS yatırımı vardır.

Ülkemiz aleyhine asimetrik olan Türkiye-RF ilişkilerinde, Akkuyu NGS Projesi, RF için stratejiktir. Bu proje ile RF, ülkemizde, mülkiyeti kendine ait olan, dünyada YAP-SAHİP OL-iŞLET modeliyle yapacağı ve radar üssünün yanı sıra bağımsız bir limanı da olan ilk NGS’ye sahip olacaktır. Akkuyu’da,  NGS’den öte, RF savaş gemilerinin de yanaşabileceği bir liman ve üssün inşa edildiği görülebilir. Yapım kararı, enerji ihtiyacının karşılanması için değil, “nükleer lige çıkma” tutkusuyla alınan Akkuyu NGS birçok yönden sorunlu, süren yapım çalışmalarının bir an önce durdurulması ve iptal edilmesi gereken bütünüyle hatalı bir projedir.

Santralın atık sorunu çözümlenmemiştir. Çözümlenmediği gibi, Nükleer Düzenleme Kurulu kuruluş yasasında yer alan bir hükümle, yatırımcı-işletici RF şirketi, bu yükümlülükten muaf kılınmış ve ülkemizin sırtına yüklenmiştir.

Santralın ekonomik ömrü sona erdiğinde, ilk tesis giderleri kadar yüksek bedellere ulaşan söküm giderleri de, Türkiye’nin sırtına yüklenecektir.

Akkuyu NGS projesi iktidarın çok sevdiği “Daha çok yerli, daha çok yenilenebilir enerji” sloganının inkârıdır. Çünkü, bir Rus şirketinin yapacağı, işleteceği ve sahibi olacağı Akkuyu NGS yerli ve milli olmadığı gibi, yenilebilir de değildir ve teknoloji, yakıt, işletme vb. her boyutta dışa bağımlıdır. RF’nin benzer şartlarda Sinop’ta da bir NGS kurma isteği de, mevcut ve planlanan NGS projelerinin kimin yararına olduğunu ortaya koymaktadır.

ULAŞIMDA ENERJİ

Ülkemizde tüketilen toplam enerjinin beşte biri ulaşım sektöründe kullanılmaktadır. Diğer tarafta, Türkiye’nin birincil enerji kaynakları arzında yüzde 28,60’lık payı olan, tüketimin yüzde doksanından fazlası ithalatla karşılanan ve ithalatına, 2022’de 50 milyar dolara yakın para ödediğimiz petrolün yüzde 63’ü ulaşım sektöründe tüketilmektedir. Enerjide dışa bağımlılığın en önemli nedenlerinden biri, karayollarındaki milyonlarca aracın yakıt tüketimidir. İthal fosil yakıtlara bağımlılığın ve karbon salımlarının azaltılması için, ulaşım ve lojistik politikalarında çok ciddi değişiklikler gereklidir. Türkiye’de yaş ortalaması 15 olan, 28 milyondan fazla aracı elektrikliye çevirmek gibi, büyük mali kaynakları gerektirecek ve uzun yıllar alacak hayalci yaklaşımlar bir kenara koyulmalıdır. Özel oto sahipliğini özendiren bireysel taşıma sistemleri yerine, kent içi ulaşımda, yürüyüş ve bisiklet yollarını, elektrikli raylı toplu taşımacılığı, kentler arası ulaşım ve lojistikte raylı sistemleri ve deniz taşımacılığını başat hale getirecek politika ve uygulamalara bir an önce yönelinmelidir.

TOPLUMCU BİR DÖNÜŞÜM

Sanayide, enerjide, ulaşımda toplum yararını gözeten, kamucu, toplumcu başka bir dönüşüm programını tasarlamak, topluma anlatmak, benimsetmek ve uygulamak gerekiyor. Doğayı ve iklimi olumsuz yönde etkileyen yıkım sürecinin, insan yaşamı ve tüm canlı varlıklar için tehdide dönüşmesini önlemek için, başta emekçi sınıflar olmak üzere, toplumun ezici çoğunluğunun; çağdaş yaşam koşullarında yaşamlarını sürdürebilmelerini, ihtiyaçlarının karşılanmasını, hak ve çıkarlarının korunup geliştirilmesini öngören; kamucu, demokratik planlamacı, katılımcı, toplumcu bir program için, yeşil bir çevre, mavi bir gökyüzü, yaşanabilir bir doğa için, adaletli ve demokratik sanayi, enerji ve ulaşım politika ve uygulamaları için, toplumcu bir dönüşüm için mücadele etmekle yükümlüyüz.

Çalışmalarında ülkenin bütünlüğünü ve toplumun yararını esas alan, merkezi/ulusal/bölgesel planların hazırlanması sürecinde yerel toplulukların özgül koşullarının ve ihtiyaçlarının yerelde merkezden daha iyi tanımlanacağını ve belirlenebileceğini kabul eden; eşit, özgür, adil, dayanışmayı önemseyen demokratik bir toplum ve refah içinde yaşanacak bir ülkeye ulaşmak için;

Yurttaşlarına ve ülkesinde yaşayan insanlara insan onuruna yakışır bir refah ortamı (beslenme, barınma, eğitim, sağlık vb. hizmetler) sağlayan;

Büyüme ile istihdamı ve adil bölüşümü kurgulayan;

Bölgeler arasındaki eşitsizliği ve toplumdaki gelir dağılımı dengesizliğini gidermeyi amaçlayan;

Temel bilimleri, teknoloji geliştirmeyi ve nitelikli üretimi temel alan bir sanayiyi geliştirmeyi hedefleyen;

Kamucu demokratik merkezi planlamanın esas kabul edildiği;

Piyasacılık karşısında kamucu bir bilinçle kamu yararına dönük belediyeleştirmeyi, devletleştirmeyi ve kamulaştırmayı vazgeçilmez politikalar olarak gören;

Gelir adaletini sağlayarak gelir, servet ve harcama-hizmet unsurları temelinde hakça vergi toplayan ve hizmet sunan;

Eğitim, sağlık, enerji, ulaşım, konut vb. hizmetlerinin kamu hizmeti niteliğini vurgulayarak kamu eli ile verilmesini öngören bir kalkınmayı gerçekleştirebilmek ve buna uygun kamu yönetimi sistemi oluşturabilmek için emekten yana halkçı bir devlet mekanizması tesis edilmelidir. Bu kapsamda, kamu kuruluşları yeniden yapılandırılmalı ve bu yeni kurumsallaşmanın önemli ve temel bir bileşeni olarak Türkiye Planlama Kurumu (TPK) kurulmalıdır. TPK’nın planlama kurgusu, yerel inisiyatifleri de dikkate alan, yerel unsurları da işin içine katan, karar mekanizmalarında onların da söz sahibi olduğu, katılımcı ve demokratik bir planlama anlayışına dayanmalıdır.

TPK’nın, il, bölge ve ülke düzeyinde yapacağı tüm çalışmalara, yerelden merkeze doğru geniş katılımlar sağlanmalıdır. Temel sektörlerde strateji, politika ve önceliklerin tartışılıp yeniden belirleneceği, toplumun tüm kesimlerinin, konunun tüm taraflarının görüşlerini demokratik bir şekilde özgürce ifade edebileceği, geniş katılımlı Ulusal Platformlar oluşturulmalıdır.

”KİT’ler zarar eder” tekerlemesinin yarattığı kompleksten bir an önce arınmalı ve yeni kamu iktisadi teşekkülleri sektör temelli olarak kurulmalıdır. Elektrik ve doğalgaz üretimi, iletimi ve dağıtımı, su üretimi ve dağıtımı, büyük ölçekli madencilik projeleri, kamusal eğitim, kültür, sağlık ve spor tesisleri, kamusal ulaşım sistem ve şebekeleri, toplu konut, sosyal güvenlik, temel ihtiyaç maddelerinin temini ve diğer sosyal fayda yaratan alanlarda oluşturulacak güçlü kamusal kuruluşlar ve yapılar yoluyla, kamu tekrar lokomotif olabilir.

Enerji, sağlık, eğitim gibi temel altyapı niteliğinde bir kamu hizmetidir. Kamu eliyle ve kamu denetiminde yürütülmesi gerekmektedir. Özelleşen kamu kuruluşlarının tekrar kamuya dönmesi sağlanmalıdır.

Temel gıda maddeleri (tahıllar, bakliyat, sebze ve meyve) üreticileri, balıkçılık, besicilik, sütçülükle geçimlerini sağlayan küçük üreticilere üretim faaliyetlerinde maddi ve teknik destek verecek, ürünlerinin tüketicilere makul fiyatlarla ulaşmasını sağlayacak kamusal yapılanmalar oluşturmayı,

Bütün ülkede güçlü lojistik altyapısı ile etkin, sabit ve gezici yaygın satış noktaları ile doğrudan, internet alışverişi ile uzaktan, gel-al yönteminin yanı sıra kapıda teslim şekliyle de; tüm yurttaşlara hizmet verecek, temel gıda ve ihtiyaç maddeleri ile çeşit fazlalığı ile değil, sağlamlığı ile öne çıkan giyim eşyaları ve ayakkabıların da temin edilebileceği modern bir Sümerbank’ı kurmayı,

Sümerbank’ın yanı sıra, Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Çay-Kur, Türkiye Şeker Fabrikaları, SEKA gibi temel ihtiyaç maddelerini üreten, ürettiren, temin eden kuruluşları, Türkiye Gübre Fabrikaları, Türkiye Yem Sanayi gibi tarımsal sanayinin girdi kısmını örgütleyen, düzenleyen, geliştiren kurumları yeniden işlevsel hale getirmeyi,

Her türlü tarımsal ürünü, üreticilerin tüccarların eline düşmesini önleyecek şekilde üreticilerden satın alacak, işleyecek, depolayacak ve pazarlayacak Üretici Birlikleri ve kamu kuruluşlarını faal hale getirmeyi,

PETKİM, TÜPRAŞ, Demir Çelik Fabrikaları (ERDEMİR ve İSDEMİR), Seydişehir Alüminyum, Karadeniz Bakır gibi sanayinin en fazla ihtiyaç duyduğu ara malı üreten işletmeleri kamuya geri döndürmeyi,

PTT’yi tüm posta ve kargo hizmetlerini etkin bir şekilde verecek işlerliğe kavuşturmayı,

TELEKOM’un, hayatın vazgeçilmez bir parçası haline gelen internet hizmetini, kâr amacı gütmeden, ücretsiz olarak herkese erişilebilir hale getirecek ve tüm telekomünikasyon hizmetlerinin kamu tarafından sunulmasını gerçekleştirecek şekilde yapılandırmayı,

TRT’yi ve Anadolu Ajansını, toplum yararı doğrultusunda yayın yapan ve yine toplum yararı odaklı çalışan sözlü, yazılı, internet yayın kuruluşlarına destek verecek ve toplumun doğru ve güvenilir haber kaynağı olacak şekilde yapılandırmayı ve çalıştırmayı,

21. yüzyılda ortaya çıkan ve yeni ekonominin yani internet ekonomisinin dev şirketleri olan dijital tekellere alternatif olacak kamucu uygulamalar oluşturulmasını, hedeflemeliyiz.

Elektrik üretimi, iletimi ve dağıtımının yanı sıra mühendislik, müşavirlik hizmetleri verecek ve sektör ihtiyacı olan ve yurt içinde üretilmeyen ürün imalatına da yönelecek Türkiye Elektrik Kurumu’nu,

Petrol ve doğalgaz arama, üretim, rafinaj, iletim faaliyetlerini, olumsuz çevresel etkileri en düşük düzeyde tutarak dikey bütünleşmiş bir yapıda sürdürecek, dağıtım ve satış faaliyetlerinde de bulunabilecek bir kuruluş olarak TPAO ve BOTAŞ’ı da bünyesine alacak Türkiye Petrol ve Doğalgaz Kurumunu (TPDK), kurmalı ve kamu eliyle toplum çıkarları doğrultusunda faal hale getirmeliyiz.

Tüm yeni sanayi, enerji, altyapı yatırım ve tesislerinin çevresel ve toplumsal etki değerlendirme çalışmalarında, yatırımın tüm etkileri bilimsel gerçeklere uygun olarak incelenmelidir.  Kurulması öngörülen tesislerin, bulunduğu yörede var olan, ya da yatırım kararı alınmış diğer yatırım projelerinin etkileriyle birleşmesi sonucunda ortaya çıkacak kümülatif etkileri de değerlendirilmelidır. Bu kapsamdaki çalışmalar yapılmadığı gibi verimli tarım alanları, ormanlar, sanayi, enerji, altyapı, ulaştırma, madencilik yatırımları için, topluma, doğaya verdiği zararlar göz önüne alınmadan, toplum yararı yok sayılarak “üstün kamu yararı” gerekçesiyle, dayatılmaktadır. Oysa, “üstün kamu yararı” şirketlerin çıkarlarını değil, yurttaşların ve toplumun yararının korunması ve geliştirilmesini hedeflemelidir.

Diğer sosyal fayda yaratan alanlarda da oluşturulacak güçlü kamusal kuruluşlar ve yapılar yoluyla, kamu tekrar hemen her alanda lokomotif olmalıdır. Kamu işletmelerinde şeffaflık temel kural haline gelmelidir. Çalışanların yanı sıra, üretilen hizmetlerden yararlananlar, ürünleri kullananlar ve özellikle enerji, madencilik,  altyapı ve sanayi yatırımlarında, tesislerin bulunduğu bölgede yaşayan halkın demokratik temsilcileri de, karar alma süreçlerinde ve denetimde etkin, söz ve karar sahibi olmalı, sendikal örgütlenme yaygınlaşmalı, üretenler yönetmelidir.

Yazı linki: https://www.birgun.net/makale/demokratik-kalkinma-icin-sanayi-ve-enerji-politikalari-2-enerjide-bagimsizlik-495682