TMMOB DANIŞMA KURULU TOPLANTISI GERÇEKLEŞTİRİLDİ

×

Hata mesajı

  • Notice: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 771 satırı) içinde Undefined index: 3.0.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 777 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 781 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 841 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.

TMMOB 40. Dönem I. Danışma Kurulu 11 Ekim 2008 tarihinde İMO Teoman Öztürk Salonu'nda toplandı.

TMMOB 40. Dönem I. Danışma Kurulu 11 Ekim 2008 tarihinde İMO Teoman Öztürk Salonu‘nda toplandı. Oda Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve Oda Yönetim Kurulu Sekreteri Ali Ekber Çakar‘ın da söz alarak değerlendirmelerini sundukları toplantıya 391 kişi katıldı. Toplantıda yapılan konuşmalara dünyada yaşanan krizin emekçi kesimlere yansıması ve Türkiye‘ye etkileri ağırlığını vurdu.
TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı ve Oda Yönetim Kurulu Başkanımız Emin Koramaz‘ın konuşmaları aşağıdadır.

Danışma Kurulu toplantısı TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın açış konuşmasıyla başladı. Konuşmasına, Genel Kurul sonuç bildirgesinde vurgu yapılan konuları hatırlatarak başlayan Soğancı, bu tespitlerin üzerinden geçen bey ayda neo-liberal değişim sürecinin dünyada ve Türkiye‘de her geçen gün etkisini daha fazla hissettirdiğini söyledi. Küresel mali krizin tüm müdahalelere rağmen önü alınamaz bir şekilde derinleştiğini ifade eden Mehmet Soğancı, bu krizle birlikte, kapitalizmin geleceğinin de tartışmalı hale geldiğini söyledi.

Mehmet Soğancı, bu krizin faturasının yine emekçilere ve geri kalmış ülkelere çıkacağını belirterek, "Kapitalizmin iflasının ilan edildiği böylesine bir dönemde, tüm dünyadaki emekten ve halktan yana güçlerin ‘daha demokratik, daha barışçı, gelirini adaletli paylaşan‘ bir dünya için mücadelesinin yükseltilmesi zamanıdır. Böyle bir süreçte, TMMOB‘ye ve bağlı odalarına büyük görevler düşüyor. Ülkemizin emekten ve halktan yana güçlerini seferber edebilmek için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmemiz gerekiyor. TMMOB emek ve demokrasi güçleri ile birlikte omuz omuza böylesi bir hattı yürütmek zorundadır. Bizim sorumluluğumuz çok büyük. TMMOB sorumluluğunun bilincindedir ve bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmek zorundadır" dedi.

Konuşmasında, Kürt sorunu ve son yaşanan gelişmelere de değinen Soğancı, "Bu ülkede sıkılan her kurşun, atılan her bomba, patlayan her mayın, yapılan her türlü saldırı, gerçekleşen her türlü silahlı çatışma ülkemizde barış içinde bir arada yaşama umuduna vurulan bir darbe oluyor. Yıllardır devam eden silahlı çatışmaların kimseye fayda getirmediği ortada, silahların konuştuğu yerde barışın sesi duyulamıyor ne yazık ki. Artık, savaş çığlıkları yerine demokrasiye, hukuk devleti düzenine ve özgürlüklere kulak vermek gerekiyor" diye konuştu.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘dan sonra sırasıyla; Emin Koramaz (MMO Yönetim Kurulu Başkanı), Ali Fahri Özten (HKMO Yönetim Kurulu Başkanı), Mehmet Torun (MADENMO Yönetim Kurulu Başkanı), Kemal Zeki Taydaş (GIDAMO Yönetim Kurulu Üyesi), Serdar Harp (İMO Yönetim Kurulu Başkanı), Şevket Demirbaş (JFMO Yönetim Kurulu Başkanı), Musa Çeçen (EMO Yönetim Kurulu Başkanı), Kaya Güvenç (TMMOB Eski Başkanı), Redife Kolçak (PEYZAJMO Yönetim Kurulu Üyesi), Hakkı Atıl (JMO Yönetim Kurulu II. Başkanı), İdris Ekmen (Diyarbakır İKK Sekreteri), Ferdan Çiftçi (İzmir İKK Sekreteri), Cemal Gökçe (İMO İstanbul Şube Başkanı), Hüseyin Atıcı (MMO Adana Şube Başkanı), Erhan Karaçay (EMO İstanbul Şube Başkanı), Yavuz Önen (TMMOB Eski Başkanı), Tevfik Özlüdemir (HKMO İstanbul Şube Başkanı), Tarık Şengül (ŞPO Yönetim Kurulu Başkanı), İlhan Demiröz (Bursa İKK Sekreteri), Dinçer Mete (MMO İstanbul Şube Başkanvekili), Şevket Akdemir (Van İKK Sekreteri), Coşar Büyükdoğan (Gemi M.O. Yönetim Kurulu Üyesi), Onur Doruk (İMO Trabzon Şube), Mehmet Mak (EMO Adana Şube Başkanı), Yaşar Üzümcü (GIDAMO Yönetim Kurulu Üyesi), Hayati Şimşek (MMO Mersin Şube II. Başkanı), Semih Oktay (MMO Diyarbakır Şube Başkanvekili), Sevda Elçek (EMO Ankara Şube), Şükrü Kumbasar (Samsun İKK Sekreteri) Özgür Yayla (GIDAMO Marmara Şube Yönetim Kurulu Üyesi), Hüseyin Kahraman (Kırklareli İKK Sekreteri), Erhan Kutlu (MMO Eskişehir Şube Başkanı), Erdal Taş (MMO Adana Şube), Aydın Yücel (Denizli İKK Sekreteri), Remzi Erişler (MMO Bursa Şube), Hakan Aydoğdu (Gemi M.O. İstanbul Şube), Hikmet Durukanoğlu (FMO İstanbul Şube Başkanı), Ali Ekber Çakar (MMO Yönetim Kurulu Sekreter Üyesi), Tevfik Peker (TMMOB Onur Kurulu Üyesi) konuştu.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı‘nın konuşması şöyle:

Sevgili Arkadaşlar,

Başta Teoman Öztürk olmak üzere kaybettiğimiz bütün değerlerimizin aramızda olduğunun bilinciyle 40. Dönem 1. Danışma Kurulu toplantısını açıyorum.

Daha demokratik, daha özgür, insan haklarına daha saygılı bir Türkiye kavgasının mücadelecisi olan arkadaşlarımı, hepinizi şahsım ve TMMOB Yönetim Kurulu adına selamlıyor ve katılımınızdan dolayı hepinize Yönetim Kurulumuz adına teşekkür ediyorum.

Sevgili arkadaşlar,

Genel Kurul‘da yaptığımız tespitlerimizin ve öngörülerimizin üzerinden beş ay geçti. Aradan geçen beş ay sonra bir kere daha ülkemizdeki ve dünyadaki değişimin insandan, doğrudan, güzelden ve iyiden yana olmayacağını gördük. Bunu da zaten biliyorduk:

Neo-liberal değişim süreci dünyada ve Türkiye‘de her geçen gün etkisini daha fazla hissettiriyor. Yoksulların daha fazla yoksullaştığı, siyasal yapıda pek çok değişimin gerçekleştiği süreç, kapitalist küreselleşmenin küresel kriziyle karanlık yüzünü bir kez daha gösterdi. Neo-liberalizmin kurallarının değişmez olduğu öngörüsü sarsılırken krizden kurtulmak için sistemin taleplerine cevap vermenin de doğru olmadığı ortaya çıktı. Piyasanın inisiyatifine bırakılmış bir ekonomi sürekli kriz üretmekte, faturası da emekçi halka kesilmektedir. Her şey şimdi çatırdamakta olan piyasa tanrısının direktifleri ve ona biat edenlerin yönlendirmesiyle gerçekleşmektedir.

Küresel mali kriz tüm müdahalelere rağmen önü alınamaz bir şekilde derinleşiyor. Kapitalist küreselleşme sürecinin sonunu işaret eden bu krizle birlikte, kapitalizmin geleceği de tartışmalı hale geliyor. Neo-liberalizmi tartışılmaz ve geri döndürülemez kaçınılmaz bir süreç olarak gösterenler dahi, neo-liberalizme karşı alternatif arayışlarına girerken; bu dönem neo-liberalizmin mağdur ettiği emekçi sınıflar için de başka türlü bir tahayyülün tartışılması açısından imkânlar sunuyor.

Küresel krizin nedeni olarak kimileri gücünden fazla tüketenleri suçluyor ve krizin faturası daha şimdiden yoksullara çıkarılmaya çalışılıyor. Krizin sonrasında yoksulluğun ve işsizliğin artacağını tahmin etmek bir kehanet değil. Önümüzdeki dönem tüm dünyada krizin derinleşerek devam edeceği, bunun sonucu olarak da yoksulluğun, işsizliğin büyüyeceği bir dönem olacak. Böylesi bir dönem kapitalizmin iç çelişkilerini arttıracağı gibi aynı zamanda sınıf mücadelesine de ivme kazandıracaktır.

Küresel ekonomiyle yakın bağları olan hiçbir ülke bu krizden zarar görmeden kendisini kurtaramayacak. Özellikle Türkiye gibi kendi kaynaklarını kullanamayan, emperyalizme bağımlı ülkeler bu krizden daha da fazla etkilenecektir. Ülkenin tüm kaynakları uluslararası sermayeye peşkeş çekilmiş ve bugün iflasın eşiğinde krizin göbeğinde duran uluslararası sermayeye teslim edilmiş durumdadır.

Türkiye‘yi küresel sermayeye eklemleme süreci AKP iktidarı eliyle hızla gerçekleştirilmektedir. AKP iktidarının ülkeyi sermayeye pazarlayan, yoksulları daha da yoksullaştıran politikaları siyasal üst yapıda İslami gericileşme dalgası ile paralel yürümektedir. Sosyal devlet tahrip edilirken cemaat ağları, sadaka dernekleri ülkeyi sarmıştır. Yurttaş olmanın gereği olan sosyal haklar, yerini biat kültürüne, el pençe divan durmaya bırakmıştır.

Bu sadaka sisteminin gerçek yüzü Deniz Feneri skandalı ile bir kez daha ortaya çıkmış durumda. Sosyal devleti küçültürken cüzdanlarını büyüten siyasi iktidar temsilcileri, külhanbeyliği ile ayıplarını ört pas etmeye çalışıyor. Yolsuzluk ve yoksulluk düzeninin üstü türbanla örtülmeye çalışılırken, toplum içerisine gericileşme tohumları atılıyor.

Ülkede darbe-demokrasi ikilemi yaratılarak neo-liberal değişim sürecinin üstü örtülüyor. Sistemin yeni düzene uyum sağlayamayan eski kalıntılarının tasfiye operasyonu, derin devlete, darbecilere karşı demokrasi zaferi gibi gösteriliyor. Hâlbuki darbecilikle mücadele 12 Eylül sistemi ile mücadeledir. Gericileşme, neo-liberal politikalar, ABD-AB-Dünya Bankası-IMF güdümünde bir Türkiye 12 Eylül düzeninin bir sonucudur. Bu düzenle hesaplaşmadan darbecilikle, darbecilerle hesaplaşılamaz.

Sevgili arkadaşlar,

"Ergenekon yetmez, 12 Eylül darbecileri yargılansın" sözü doğrudur, ancak yeterli değildir. Biz 12 Eylül düzeniyle hesaplaşmalıyız.

Sevgili arkadaşlar,

Türk Silahlı Kuvvetleri‘nin Kuzey Irak‘a sınır ötesi operasyon yapmasına imkân veren yetki tezkeresinin süresi 1 yıl daha uzatıldı. Aktütün‘de yaşamını kaybedenler, Altınova‘da Dikili‘de yaşananlar içimizi acıtmaktadır.

Bu ülkede sıkılan her kurşun, atılan her bomba, patlayan her mayın, yapılan her türlü saldırı, gerçekleşen her türlü silahlı çatışma ülkemizde barış içinde bir arada yaşama umuduna vurulan bir darbe oluyor. Sıkılan kurşunlar, atılan bombalar, patlayan mayınlar sorunu askerileştirmekten ve çözüm umudunu azaltmaktan başka sonuç vermiyor. Yıllardır devam eden silahlı çatışmaların kimseye fayda getirmediği ortada, silahların konuştuğu yerde barışın sesi duyulamıyor ne yazık ki. Artık, savaş çığlıkları yerine demokrasiye, hukuk devleti düzenine ve özgürlüklere kulak vermek gerekiyor. Şimdi bu çatışma ortamına; baskıcı, otoriter yönetim anlayışına karşı, özgürlük ve demokrasiyi; ırkçı ve milliyetçi anlayışın beslediği linç kültürüne karşı, bir arada kardeşçe ve barış içinde yaşamayı savunma zamanıdır.

Çağrımız insandan yana olan herkesedir: Şiddete, saldırıya, çatışmaya, silaha, akan kana karşı çıkalım. Silahların susmasını sağlayalım. Barış içinde, bir arada ve kardeşçe yaşanacak günlere dair umudumuzu yitirmeyelim.

Sevgili arkadaşlar,

Görülen o ki bugüne kadar Türkiye‘yi yönetenler büyük bir bunalım, çözümsüzlük ve alacakaranlık dışında hiçbir şey yaratamamıştır. Daha çok yoksulluk, IMF‘ye ve emperyalizme daha çok bağımlılık, baskı, şiddet, çeteler ve yolsuzluklar, bu düzenin ve ülkeyi yöneten siyasi iktidarların marifetleridir.

Dünyada da ülkemizde de umut ancak başka bir yaşam arayışının güçlenmesinden geçmektedir. Bugün başka bir ülke ve dünyaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Kapitalizmin geleceği yoktur, bizler insanlığın yok oluşa sürüklenmesine karşı özgürlüğün, barışın, kardeşliğin hakim olduğu yepyeni bir dünyayı bugünden yaratmanın mücadelesini şimdi daha güçlü ve kararlı yürütmeliyiz.

Türkiye, ikisi de emperyalizme bağımlı eski ve yeni kapitalist düzen temsilcilerinin iktidar kavgasına sahne olmaktadır. Oysa ülkenin geleceği emekçi sınıfların kavgasındadır. Başka bir ses de ancak emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin vicdanı ve sesi olmayı başaranlar tarafından gerçek kılınabilecektir. Ülkemizin her şeyden önce böylesi bir sese hava ve su gibi ihtiyacı vardır.

O yüzden gün ülkemizin geleceğine sahip çıkma; savaşlara, yoksulluğa, yolsuzluğa karşı, küresel kapitalizmin taşıyıcısı, "üsttekine han hamam, alttakine din iman düzeni"nin yürütücüsü AKP‘ye karşı, yüksek sesle "dur deme" zamanıdır.

Sevgili arkadaşlar,

Kapitalist Küreselleşmenin sonuçları ortadadır: 1 milyar kişinin günde 1 dolardan az kazandığı, dünya nüfusunun zengin %2‘sinin dünya servetin yarısına el koyduğu bir dünyada yaşıyoruz. Kuzey ile güney arasındaki, kadın ile erkek arasındaki, varsıllarla yoksullar arasındaki fark gittikçe açılıyor. İnsanlar ya kapitalist küreselleşmenin yarattığı yoksulluğa, yoksunluğa, işsizliğe, eğitimsizliğe karşı ırkçı, faşist, dinci, gerici tepkilere sarılacaklar, ya da tüm dünyada emekçilerle, sendikalarla, tarım üreticileriyle, kadın ve çevre hareketleriyle, savaş karşıtlarıyla enternasyonalist bir direniş sergileyecekler.

Kapitalizmin iflasının ilan edildiği böylesine bir dönemde, tüm dünyadaki emekten ve halktan yana güçlerin "daha demokratik, daha barışçı, gelirini adaletli paylaşan" bir dünya için mücadelesinin yükseltilmesi zamanıdır.

Böyle bir süreçte, TMMOB‘ye ve bağlı odalarına büyük görevler düşüyor. "Başka bir Türkiye‘nin, başka bir dünyanın mümkün" olduğunu daha sık haykırmamız gerekiyor. Ülkemizin emekten ve halktan yana güçlerini seferber edebilmek için üzerimize düşen sorumluluğu yerine getirmemiz gerekiyor. TMMOB emek ve demokrasi güçleri ile birlikte omuz omuza böylesi bir hattı yürütmek zorundadır. Bizim sorumluluğumuz çok büyük. TMMOB sorumluluğunun bilincindedir. Ve bu sorumluluğun gereklerini yerine getirmek zorundadır.

Hepimize kolay gelsin. Hepimizin yolu açık olsun arkadaşlar.

Oda Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz‘ın konuşması şöyle:

Sayın Birlik Başkanım,
TMMOB Danışma Kurulunun Değerli Üyeleri, 
MMO yönetim Kurulu adına sizleri saygı, sevgi ve dostlukla selamlıyorum. 
Toplantının gündemi TMMOB 40. Dönem Çalışma Programının değerlendirilmesi ve ülkemizde yaşanan gelişmelere ilişkin TMMOB‘ye düşen görev ve sorumlulukların belirlenmesi. 
Öncelikle Çalışma programına katkı ve emeği geçen tüm arkadaşlara teşekkür ediyorum. Giriş kısmında yer alan Dünya, Ortadoğu ve Türkiye analizine tamamen katılıyorum. Mücadele ve çalışma alanlarımız başlığı altında düzenlenen bölümde ise bu konjonktürde TMMOB ve Odalarca yürütülmesi gereken mesleki ve toplumsal çalışmalar ve yürütülmesi gereken mücadelenin ana eksenleri çok açık bir şekilde tariflenmiş. 
Makina Mühendisleri Odası olarak bu temel çerçevede yapılacak tüm çalışmalara, düzenlenmesi planlanan kent sempozyumları ile 10 adet merkezi kongre ve sempozyuma tüm gücümüzle katkı sunmaya hazır olduğumuzu belirtmek isterim.  Yine çalışma programı uyarınca kurulan 17 adet çalışma grubunu Odalar arası işbirliğini geliştirme açısından ve birlikte üreterek birlikte sahiplenme, ortak ve kapsayıcı bir dil oluşturma noktasında oldukça önemli görüyoruz. 
Güncel gelişmeler ve bu gelişmelerin TMMOB‘nin yönelimleri açısından önem taşıyacak bazı unsurları hakkında görüş ve önerilerimi de şu şekilde sıralayabilirim. 
Bunlardan birincisi küresel ekonomik krize ilişkindir. 
Her şeyden önce küresel ölçekteki krizin ülkemize yansımaları ve yaratacağı etkilerle Türkiye ekonomisinin yapısal sorunlarının iç içe geçmiş olduğunu saptamamız gerekmektedir. 

Bu çerçevede bazı önemli veri ve olasılıkları dikkatinize sunmak istiyorum. 
Son yıllarda Türkiye‘de istihdam yaratmayan ve gerçekte sıcak para destekli ekonomik "büyüme"‘ yaşanmaktaydı. Sıcak para 2007 sonunda 100 milyar doları aşıyordu, bugün ise küçük iniş çıkışlar bir yana 70 milyar dolaylarına inmiştir. 
Sürekli sıcak para ve yüksek faiz düşük kur politikası ile takviye edilen cari açık ise son bir yılda 47 milyar dolara ulaşmıştır. 2006‘da toplam cari açığın % 38‘i borçlanma ile finanse edilirken bu yıl oran 2008‘de % 70‘e yükselmiştir. 
Özel sektörün dış borç stoku 197 milyara, merkezi yönetimin dış borcu ise son altı yılda iki kat artarak 235 milyar dolara ulaşmıştır. 
Bugün iktidarın krize karşı övündüğü bankacılık sektörünün ise % 50‘si yabancı sermayenin elindedir. Bu durum özel sektörün kredilendirilmesinde güçlükler yaşanacağının işaretidir. 
Bu açık oranlarının uzun dönemli sürdürülmesinin zor olduğu bizzat sermaye çevrelerince dile getirilmektedir. Önümüzdeki süreçte cari açığın finansmanı iyice zorlaşacak, çok daha yüksek maliyetli dış kaynak, yani borçlanmaya başvurulacaktır.
Bu durumda çoğu küçük ölçekli olmak üzere birçok iş yeri kapanacaktır. Ayakta kalanların üretimleri ise çok ucuza kapatılacaktır.

Ekonomideki genel daralmanın imalat sanayine, vergi gelirlerine, istihdama, enflasyona, tüketim ve yatırım harcamalarına yansıması ise devasa boyutlarda olacaktır. 
Krizin henüz tüm boyutlarıyla hissedilmediği son sekiz ayda bile kapanan iş yeri sayısı geçen yıla oranla % 47 artmıştır. Tüketici borçları, yılın ilk 8 ayında enflasyonun 3 katı üzerinde artarak 116 milyar YTL‘ye ulaşmıştır. Batık konut kredileri ise ürkütücü düzeydedir. 
Sermaye çevreleri hemen Ekonomik Sosyal Konseyin toplanmasını istemişlerdir, çünkü krizin faturası yine tüm çalışanlara çıkarılacak, işten çıkarmalar ve ücretler üzerinde yeni baskılanmalar yaratacaklardır. 
Açıkçası hükümetin bu konularda yapabileceği hemen hiçbir şey yoktur. 

Sevgili Arkadaşlar, 
Tam da bu noktada büyük sermaye çevreleri ve bankalara değil, üretim, yatırım, küçük ve orta boy işletmeler ile sosyal kesimlere dönük ivedi bir ekonomik, sosyal destek programının hayata geçirilmesi gerekliliği, bağımsız bir mesleki toplumsal irade olarak bizim açımızdan bir tercih ve mücadele konusudur. 
Ülkemizin gerek şu anki gerekse çok yakında yaşayacağı ağır krizden en az hasarla çıkmasının yolu buradan geçmektedir. Yüzünü emek ve kalkınma alanlarına dönen bir "ekonomik, siyasal, sosyal tercih", hep söylediğimiz gibi insanca yaşamın koşullarını tesis etmenin yalnızca önemli bir başlangıcını oluşturacaktır. 
Bu noktada birikimlerimizi derleyip toplayarak söz konusu tercihler alanını somutlamak göreviyle yüz yüze olduğumuzu özellikle belirtmek istiyorum. 

TMMOB, önümüzdeki dönemde, gerek yerel seçimler gerekse genel ekonomik, sosyal, siyasal süreçler açısından, yeni ve 
erişilebilir, yapılabilir bir kalkınma hamlesinin ipuçlarını bir program olarak ortaya koyabilmelidir. 
Makina Mühendisleri Odası, gerek TMMOB Sanayi Kongresi gerekse başka dolayımlar üzerinden, bu konuya yönelik bütün birikim ve olanaklarını seferber edecektir. 
İkinci değinmek istediğim husus ise toplumun etnik milliyetçilik temelinde kamplaştırılması ve neredeyse bir iç savaşa, Türk-Kürt çatışmasına sürükleyecek şekilde şiddetin tırmandırılmasıdır. Son günlerde Altınova‘da, Dikili ve Sarayköy‘de yaşananlar bu kamplaşmanın toplumumuzda yaratacağı gelişmelerin işaretlerini sunmaktadır. Şemdinli Aktütün karakoluna ve Diyarbakır‘da Polis Servis aracına yapılan saldırı tipi eylemler ise toplumsal infiali daha da artırmakta, barış umudunu zayıflatmaktadır. 
Ülkemizde toplumsal barışa karşı "savaş" ve teröre dayalı bir yaşam sürdürülmekte ve Kürt sorunu bu girdapta şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Şiddet ortamının yükselmesinden medet umanlar tarihsel bir yanılgı içindedir. Bu yanılgı, toplumdaki acıları, çözümsüzlük ortamını ve kutuplaşmayı her geçen gün daha da derinleştirmektedir. 
DTP‘nin kapatılmasına yönelik girişimler de bu minvalde ele alınmalıdır. 

Oysaki izlenmesi gereken politikalar bellidir. Terör eylemlerine ve saldırılara son verilerek demokratik süreçlere olanak tanınmamalı, diğer yandan ülkemizde siyasal yaşamının demokratikleşmesi yönünde ivedi adımlar atılmalıdır. Sorunlara şiddete başvurmadan siyasal ve sosyal çözümler aranmalı, toplumda iç barışın sağlanması ve farklı kültürlerin yakınlaşması için çaba sarf edilmeli, Bir arada yaşama kültürüne sahip çıkılmalıdır. 
Bu önemli bir tercihtir, tercih eşiğidir. Bu eşik, bugünkü egemen sınıfların temsilcileri aracılığıyla aşılamaz, bu tercih oluşturulamaz. Ülkemizin gereksindiği barış ve demokrasi ortamı, ancak demokrasi ve emek güçlerinin öncülüğünde sağlanabilir. Bu alanda da bir toplumsal bilinç ve baskı gücü oluşturma doğrultusunda TMMOB ve benzeri bağımsızlıkçı emek ve demokrasi güçlerine önemli sorumluluklar düşmektedir.
Üçüncü paylaşmak istediğim husus ise milliyetçi-laik, liberal-ılımlı İslam saflaşmasına ilişkindir. 
Bu saflaşmanın bir tarafında 12 Eylülcü geleneksel eski düzen yanlıları, diğer tarafında da BOP projesi çerçevesinde ABD‘nin de desteğini alan kapitalist küreselleşmeci AKP yer almaktadır. Birisi statükoyu korumaya çalışırken, diğeri küresel kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda devleti yeniden yapılandırmaktadır. Bu süreçte tarihsel egemen blokun konumu sarsılırken küreselleşmeye entegrasyon sürecinden palazlanan İslami sermaye ve bürokrasinin devlet içerisinde etkinliği artmaktadır. AKP cemaat ağları ile aşağıdan ve iktidar olanakları ile yukarıdan müdahalelerle devlet ve toplum yapısını yavaş ama köklü bir dönüşüme uğratmaktadır.

Bu dönüşüm sürecinde solun önemli bir kesimi aslında emperyalizmin soğuk savaş öncesi ihtiyaçlarına göre şekillenmiş faşist devlet yapısını sözde laiklik ve ulusalcılık adına savunurken diğer bir kesimi ise bu dönüşüm sürecini faşist yapının dağılması ve sözde demokrasinin gelişmesi olarak yorumlayabilmektedir. 
Bu noktada, bütün haksız saldırılar karşısında TMMOB‘nin 22 Temmuz öncesi süreçlerde izlediği ve ne Ergenekonculara ne de neo liberal muhafazakâr çevrelere eklemlenmeyen bağımsız tutumunu, bir kez daha anmamız gerekmektedir. TMMOB‘nin, toplumsal sınıfsal parametreleri gözeten toplumcu ve yurtsever bağımsız tutumu yaşanan gelişmelerle de doğrulanmıştır. 

Sözde "çeteleri temizleme" iddiasıyla yola çıkan "Ergenekon" gibi operasyonların da aynı zamanda bu güçler arasındaki iktidar mücadelesinin ve uzlaşma arayışlarının bir parçası olduğunu ve gerçek devlet yapısını örttüğünü de görmemiz gerekiyor.
Bu yapı emperyalist-kapitalist düzenin taşıyıcısıdır. Bu yapı ülkenin ekonomisini uluslar arası sermaye güçleri ve çıkarları onunla tamamen bütünleşmiş yerli sermaye gruplarının ihtiyaç ve talimatları doğrultusunda şekillendirmektedir. Bu yapının Ordusu NATO‘nun ikinci büyük gücüdür. Kendi coğrafyası dışında da müdahalelerde bulunmaktadır.
Bu yapının demokratikleştirilmesi, yaşanan tüm sorunlara köklü çözümler bulunması, gerici ideolojilerin etkinliğinin kırılması ise emekçi sınıfların ve emek güçlerinin birlik ve mücadelesinden geçmektedir. 
Toplumsal duyarlılıkları geleneksel olarak ayakta tutmanın en önemli araçlarından biri olan birliğimiz TMMOB, eşitlik, özgürlük ve demokrasi için mücadele etmeye, edenlerin yanında olmaya, her tür anti demokratik, sermaye yanlısı, gerici ittifakın ve çabanın dışında kalmaya devam etmelidir. 

Son olarak arkadaşlarım, TMMOB‘ye bağlı odaların meslek alanlarını koruma ve düzenleme çalışmaları bundan böyle çok daha önem kazanacaktır. Açık konuşmak gerekirse, bu alanda dişle, tırnakla ciddi çalışmalar yapılmazsa birçok kazanımımız elimizden alınacak ve Odaların 12 Eylül sonrası yaşanan toparlanma, kurumsallaşma ve meslek alanlarını düzenleme çalışmaları sekteye uğratılabilecektir. 

TMMOB önümüzdeki kriz sürecinde, mühendislik, mimarlık, şehir plancılığının önem ve katkılarını çok bilinçli olarak, toplumun, kamunun ve siyasi iktidarların önüne bir kez daha koyma ve meslek alanlarımızın saygınlığını oluşturmak ve/veya korumakla yükümlüdür. Ancak bunun üç önemli ayağı bulunmaktadır. İlki, TMMOB‘yi yapay iç gündemlerle meşgul etmemek; ikincisi, Odaların üretim ve etkinlik düzeylerini yükseltmeleri ve nihayet TMMOB‘nin bütün Odaların çalışmalarını derleyip toparlayacak bir konumda olmasıdır. 

Beni dinlediğiniz için teşekkür ediyor, Danışma Kurulumuzun ülkemizin gereksinimleri doğrultusunda, birlik içinde TMMOB‘ye güç vermesi dileğiyle saygılarımı sunuyorum.