TÜRKİYE SOSYAL FORUMU YAPILDI

×

Hata mesajı

  • Notice: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 771 satırı) içinde Undefined index: 3.0.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 777 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 781 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_glyphicons() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 841 satırı) içinde array_merge(): Expected parameter 1 to be an array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.
  • Warning: _bootstrap_icon() (/srv/www/html/sites/all/themes/bootstrap/includes/common.inc dosyasının 875 satırı) içinde in_array() expects parameter 2 to be array, null given.

Türkiye Sosyal Forumu İstanbul‘da 30 Eylül-1 Ekim 2006 tarihinde toplandı. İki gün süren forum kapsamında 23 seminer ve 16 atölye çalışması gerçekleştirildi. Türkiye‘deki sosyal hareketlerin deneyimleri ve çözüm önerilerinin tartışıldığı forumun aktif katılımcıları arasında yer alan TMMOB de 3 seminer ve 2 atölye çalışması gerçekleştirdi.TSF‘nin Darphane-i Amire‘de yapılan açılışında TMMOB Yönetim Kurulu II. Başkanı Hüseyin Yeşil, TSF Koordinasyonu adına KESK MYK Üyesi Sevgi Göyçe, KESK Başkanı İsmail Hakkı Tombul, DİSK Genel Sekreteri Musa Çam ve TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı konuştular.Forum‘un ikinci gününde İstanbul Tabip Odası‘nda "Sanayileşme Politikaları" atölyesinde Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz ve TMMOB Yüksek o­nur Kurulu Üyesi Yavuz Bayülgen konuştular. Konuşma metinleri yazının devamındadır.

Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanı Emin Koramaz‘ın konuşma metni;

 

Değerli Katılımcılar,

Hepiniz hoş geldiniz. Ben Emin Koramaz Makina Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Başkanıyım.

"Sanayileşme Politikaları" konulu Atölye Odamıza ayrılmıştır. Bu oturumda sanayileşme süreçlerini, Türkiye sanayisinin geçmişi, bugünkü durumu ve küresel rekabetin ulusal sanayileri nasıl tehdit ettiğini Yavuz BAYULKEN ile birlikte irdeleyeceğiz.

Biz makina mühendisleri ağırlıklı olarak sanayide çalışan bir meslek disipliniyiz. Ülkemizin geleceğinin üreten, sanayileşen demokratik bir Türkiye'den geçtiğini her platformda dile getiriyoruz.

Sanayileşmeyi ülkemizin kalkınmasının, işgücünün tam isdihdamının, halkımıza insanca yaşam koşullarının sunulmasının ve halkımızın gönencinin artırılmasının önemli araçlarından biri olarak görüyoruz. Bu nedenle sanayi ve bağlantılı konularda, değişik çevre ve kişilerin Türkiye‘nin sanayileşmesi ve sanayi sorunları ile ilgili olarak kendi bakış açılarını, düşüncelerini, özgürce ortaya koyabildikleri bu tür etkinlikleri oldukça önemsiyoruz.

Şimdi kısaca dünyamızdaki mevcut duruma değinmek istiyorum. Dünya küresel kapitalizm tarafından sınırsız ve engelsiz bir tek pazar ve sömürü alanı olarak kurgulanmaktadır. Bu süreçte ülkemize ve bizim gibi ülkelere dayatılan politikalar çerçevesinde emperyalist tekeller geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelerin tüm artı değer ve zenginliklerine el koymakta, sosyal devletleri tasfiye ederek, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, kültür ve diğer tüm toplumsal hizmetleri küresel sermayeye yeni ticari alanlar olarak sunmaktadır. Emek piyasaları kuralsızlaştırılıp esnekleştirilmekte, taşeronlaştırılma ve sendikasızlaştırma uygulamaları ile insanlığın yüzyıllardır süren mücadelelerle elde ettiği tüm kazanımlar tek tek yok edilmekte, emeğin örgütleri birer birer dağıtılmaya, dirençleri kırılmaya çalışılmaktadır. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ulus-devlet yapılanması geriletilmekte, kamusal varlıklar özelleştirme, küçültme, kapatma yoluyla işlevsizleştirilmektedir. Borç yükü ve sürekli ekonomik kriz tehdidi altındaki gelişmekte olan ülkelerde, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, AB, OECD gibi kuruluşlar tarafından dayatılan politikalarla, ulusal düzenlemeler küresel piyasa kurallarına bağımlı kılınmaktadır. Bu ülkelere önerilen yapısal uyum programlarında, ücretlerin azaltılması, devletlerin sosyal alandan çekilmesi, gümrük vergileri, kotalar ve ithalattaki tüm kısıtlamaların ortadan kaldırılması, ekonomilerin ihracata yönelik hale getirilmesi, kamu işletmelerinin özelleştirilmesiyle yabancı sermayeye yatırım olanakları sağlanması dayatılmaktadır. Çok Taraflı Yatırım Anlaşması (MAI), Yatırım Garanti Sözleşmesi (MIGA) ve Uluslararası Tahkim gibi anlaşma ve sözleşmelerle, yabancı yatırımlar tek yanlı olarak korunmakta, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin sanayi alt yapısı bitirilmektedir. Küreselleşme sürecinin örgütlerinden biri olan Dünya Ticaret Örgütü Anlaşmalarından Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) ile mühendislik hizmetleri dahil enerjiden suya, sağlıktan eğitime, sosyal güvenlikten ulaşıma kadar tüm toplumsal hizmetler uluslararası ticarete açılmaktadır. IMF ve Dünya Bankası etkisiz kaldığında, bu programlara entegre olmayan ülkeler dünya ticaretinden dışlanmakta, bu politikalara aykırı düşen ülke coğrafyalarının parçalanması için etnik farklılıklar körüklenmekte, harita değişikliklerine varan savaşlarla halklar birbirine kırdırılmaktadır. Kendini dünyanın jandarması addeden ABD ve ordusu, küresel sermayenin hegemonyasını kabul etmeyen ve onların stratejik çıkarlarına uygun davranmayan ülkeleri terörist ilan edebilmektedir. ABD tüm uluslararası anlaşmaları, en temel insan haklarını çiğneyerek ülkeleri işgal etmekte, on binlerce masum insanı katletmektedir. Afganistan'ın işgalini, Irak işgali izlemiştir. Bu müdahalenin Irak'la sınırlı kalmayacağı, Ortadoğu'dan hareketle Kafkasya ve Afganistan üzerinden Orta Asya'ya ulaşan geniş bir coğrafyada enerji koridorunu denetim altında tutmayı hedeflediği bilinmekte ve bölgemizde İsrail ile birlikte İran ve Suriye üzerinde oyunlar oynanmakta, Türkiye de bu oyunlara dahil edilmeye çalışılmaktadır.

Emperyalizmin küresel politikalarının dünyadaki yıkıcı sonuçları

ülkemize de aynen yansımaktadır. 24 Ocak 1980 ekonomik kararları ve 12 Eylül darbesiyle birlikte alt yapısı oluşturulmaya başlanan süreç, siyasal iktidarların uluslararası tekellerin istekleri doğrultusunda hayata geçirmeye çalıştıkları 1995 Gümrük Birliği süreci ve uyguladıkları ekonomik ve siyasal politikalarla birlikte devam ettirilmektedir. IMF ve DB direktifleriyle ülkemiz 1980'li yıllardan beri uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirilmektedir. Bu politikaların omurgasını; sermaye hareketinin ve piyasanın serbestleşmesine dayanan yeni ekonomik politikalar ve yapısal uyum programları oluşturmakta olup, her alanda kuralsızlaştırma, serbestleşme ve ticarileştirme etkin kılınmaktadır. Bu süreçte kamusal mal ve işletmeler özelleştirme yoluyla sermayeye devredilirken, kamusal hizmetler de ticarileştirilmektedir. Üretim yaparak kaynak yaratmak yerine yılların birikimi ve emeğiyle oluşturulmuş mevcut sanayi kuruluşları haraç mezat satılmaktadır. IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi finans kuruluşlarının yönlendiriciliği ile ardarda çıkarılan yasalarla ve özelleştirme uygulamalarıyla, sanayi tesislerimiz, kamusal varlıklarımız ormanlarımız, tarım alanlarımız, madenlerimiz yağmalanmaktadır.

Bu sürece karşı biz mühendisler, küreselleşme süreç ve politikalarının ekonomik, siyasal, toplumsal, kültürel vb. tüm düzlemlerde yıkım ve tahribatlarına karşı durabilmek için ülkemiz ve benzer ülkeler öncelikle ve stratejik ön görüyle tüm alanlarda ve tüm sektörlerde kendi ulusal politikalarını oluşturmalıdır, diyoruz

Bildiğiniz gibi Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığım Makina Mühendisleri Odası da 1961'den bu yana Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına Sanayi Kongreleri düzenlemektedir. Odamızın düzenlediği bu Kongreler, yukarıda değindiğim süreçlere karşı ülkemizde sanayileşme gereklerini ve ülke çıkarlarını korumayı amaçlamaktadır.

Son üç Kongremiz doğrudan küreselleşme ve Türkiye sanayisi konularına ilişkindi. 2001'de "Küreselleşme ve Sanayileşme", 2003'te "Küreselleşme ve AB Süreçlerinin Ülke Sanayi ve Mühendislerine Etkisi" ele alındı. 16-17 Aralık 2005 tarihinde yapılan TMMOB Sanayi Kongresinin ana konusu da bu kapsamda "Sanayileşme-İsdihdam ve Refah" ilişkisi oldu.

Bu kongrede;

•Sanayileşme kavramının farklı tarihsel dönemlerde içerdiği anlamlar, sanayileşmenin evreleri,

•Uluslararası işbölümünde sanayi kavramının önemi, üretimde katma değerin küresel paylaşımı ve ülkemizin uluslararası iş bölümündeki yeri,

•Yeni sanayileşme modeli olarak tanımlanan küresel üretim, ihracata yönelik sanayileşme, fason üretim ve taşeronlaşma süreçlerinin istihdama etkileri,

•Kamu politikalarında dönüşüm, yeni teknolojiler ve istihdam, refah ve bölüşüm sorunları,

•KOBİ‘lerin sanayideki yeri, Organize Sanayi Bölgeleri, Küçük Sanayi Siteleri, Endüstri Bölgeleri ve Teknoparklar ele alınmıştır.

Bilim insanları, uzmanlar ve Odamız mensuplarınca Kongremizde özetle;

•Küreselleşme süreçlerine eklemlenmek adına ülkemize dayatılan yapısal uyum programlarının, ülkemizi kendi kaynaklarını kullanma, geleceğini planlama ve ekonomisini yönlendirme işlevlerinden arındırmaya amaçladığı,

•IMF ve Dünya Bankası tarafından belirlenen ekonomik politikaların ve hazırlanan paketlerin uygulanması ile sanayileşme istihdam ve refah artışının istenen düzeyde gerçekleştirilemediği, Aksine ihracatımızın ithalata bağımlı hale geldiği ve bu makasın aleyhimize açılarak önemli bir tehdit ortaya çıkardığı.

•Katma değeri yüksek mallar ülkemize girerken, düşük olanların dışarıya çıktığı, sınai yatırımların giderek düştüğü, istihdam açığının büyüdüğü,

•Ülkemizde uygulanan sanayi politikalarının, bilimi ve teknolojiyi dışlayarak, ucuz işgücünü sanayinin tek temel rekabet aracı haline getirdiği ülke ekonomisinin büyüdüğü dönemlerde (!) bile işsizliğin arttığı, çalışanların reel gelirlerinin düştüğü, gelir dağılımın çalışanlar aleyhine bozulduğu,

•Ticaret ve hizmetlerin serbestleştiği, üretimin bir zincir ve işbölümü içinde yapıldığı kapitalist küreselleşme sürecinde, ülkemiz gibi geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere biçilen sanayileşme modellerinin başka ülke ve halklarla birlikte ülkemizin, halkımızın ve biz mühendislerin yararına olmadığı,

•AB ile ilişkilerin tek yanlı olarak ve Türkiye aleyhine geliştiği, teknik mevzuat uyumunun bir baskı unsuru olarak kullanıldığı,

•Gümrük Birliği nedeniyle üçüncü ülkelere uygulanan basit menşe kuralları, sıfır veya sıfıra yakın gümrük tarifelerinin, Türkiye'yi sadece AB'ye değil tüm üçüncü ülkelere karşı da çok açık bir pazar haline getirdiği,. bu haksız rekabet karşısında yerli sanayinin sürekli olarak gerilediği, ekonomik kriz ve milyonlara varan isdihdam kaybı yaşattığı,

•Aynı yanlış politikaların AB müzakere süreçlerinde de izlenmemesi gerektiği,

•Fason üretime ve geri teknolojilere dayalı, ucuz-niteliksiz iş gücüne dayalı, ihracat adı altında ülke kaynaklarının değerlerinin çok altında transfer edilmesine dayalı bu modellerin istihdam ve refahı artırmadığı, ülkemizin üretim yeteneğıni ve mühendislik alt yapısını bitirdiği, birkez daha ifade edilmiştir.

Yine bu Kongrede özetle, bugüne kadar izlenen, üretimi yatırımı, sanayileşmeyi, bilimi, teknolojiyi, mühendisi, insanı dışlayan , sermaye kesimlerinin kollanmasına yönelik politikalar yerine, ekonominin ve sanayinin ülkemiz ve halkımızın çıkarları doğrultusunda planlanması savunulmuş ve bu doğrultuda,

•Ülkemizin kalkınma stratejilerinin ulusal bilim, teknoloji ve yenilenme politikaları temellerine oturtulması,

•Yerli yatırımcının özendirilmesi ve korunması,

•Yabancı yatırımlara kalkınma stratejilerimize uygunluğu, ülke halkının refahının yükseltilmesi, bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi, teknolojik gelişmemize katkısı temel alınarak izin verilmesi,

•Sanayi katma değerini, ekonominin tüm sektörleriyle dengeli bir biçimde artırarak yüksek katma değerli ürünleri ihraç edebilecek alt sektör ve teknolojilerin desteklenmesi ve teşvik edilmesi, bu amaçla bir Sanayi Envanteri çıkarılarak ülke sanayisinin maddi ve ekonomik varlığının durum tesbitinin yapılması,

•AR-GE ve eğitime verilen desteğin artırılması ,

•TMMOB ve bağlı Odalarının tüm karşı çıkış ve uyarılarına karşın tek yanlı olarak imzalanan Gümrük Birliği Anlaşmasının tam üyelik müzakere süreçleri tamamlanıncaya kadar mutlaka askıya alınması,

•AB'ye üyelik müzakere süreçlerinde içinde bulunduğumuz bilgi kirliliği ve yönlendirme ortamına ivedilikle son verilerek, tarama konusu olan 35 başlıktaki müktesebat değişikliklerinin ülkemiz geleceğine etkilerinin tüm alanlarda ve tüm sektörlerde tartışmaya açılması, izlenmesi gereken politikaların oluşturulması,

•Küreselleşmenin emeği baskı altına alan stratejisine karşı, istihdamın bir hak olarak kabulü, çalışma saatlerinin en aza düşürülmesi, çalışmanın doğayı tahribinin en aza indirilmesi,

• Üretimin hem çalışanlar hem de çevre hakkını içerecek biçimde maksimum demokratik kontrolü,

•Tüketimin eğitim, sağlık, ulaşım ve rekreasyonu da içerecek biçimde toplumsallaştırılması,

•Kısacası bölgeler arası dengeyi kuracak, gelir dağılımını adil bir biçimde kalkınmada öncelikli yörelere yayacak sanayinin gelişmesini ve ekonomik büyümeyi en geniş toplumsal tabana yayacak, refah ve istihdam sağlayacak, kamu yararına bir yatırım ve üretim planlaması yapılması taleplerimiz bir kez daha dile getirilmiştir.

Bugünkü Atölye çalışmamızda kongremizde ele alınan konuları siz katılımcıların da katkısıyla biraz daha derinleştireceğiz.AB müzakere süreçlerini yaşayan ülkemiz sağlıktan eğitime, tarımdan çevreye, sanayiden enerjiye varana değin 115 bin sayfaya ulaşan AB müktesebatına uyum sağlamak zorunda kalacaktır. Ülkemiz bu konularda neler üretecektir veya sanayileşme politikasını hangi ilkeleri esas alarak çizecektir. AB'nin bize biçmiş olduğu fason üretime yönelik taşeronlaşmış sanayi işletmelerinden oluşmuş bir yapılanma kabul edilecek midir? Yoksa Türkiye sanayi elbisesini yeni bir modele göre, sanayileşme hedeflerine yönelik bir biçimde mi oluşturacaktır?

Yine kongremizde öne çıkan konulardan birisi, kapitalist küreselleşme koşullarındaki teknolojik gelişmelerin üretim ile istihdam arasındaki güçlü bağı zayıflatması hususudur. Yeni yatırımlar artık her zaman beklenen düzeyde istihdam yaratmamakta, hatta geri kalmış ülkelerde teknolojik değişiklik anlamına gelen yeni yatırımların pek çoğu verili üretim düzeyinde istihdam miktarını azaltmaktadır. Bu konular son derece önemli.

Sevgili Yavuz BAYULKEN ile özellikle bu iki konuyu masaya yatırmaya çalışacağız. Kapitalist küreselleşme modellerinin alternatifsiz olmadığını; emekten yana, demokrasiden yana, sanayinin gelişmesi ve ekonomik büyümeyi en geniş toplumsal tabana yayacak, refah ve istihdamı sağlayacak, kamu yararına ve planlama temelleri üzerine oturtacak başka modellerin mümkün olduğunu belirterek, sözü ("Türkiye Sanayiinin Küresel Rekabet Karşısındaki Durumu ve AB Müzakere Sürecinde Yeniden Yapılanma Perspektifi"ni) sunmak üzere Yavuz BAYÜLKEN'e bırakıyorum.

 

TMMOB Yüksek Onur Kurulu Üyesi Yavuz Bayülgen‘in konuşma metni;

 

Sanayi sektörü, ekonomik gelişmenin hızlanmasında en önemli rolü oynayan, kalkınma ve refahın artmasını önemli ölçüde körükleyen, istihdamın sürdürülebilir ve kalıcı olmasını sağlayan, ülkede kentleşmeyi ve modernleşmeyi özendiren bir dinamizmi hareket geçiren temel güç niteliği taşımaktadır. Ekonomisi gelişmiş ülkelerde sanayi GSMH içinde önemli bir paya sahiptir ve itici bir sektör olarak diğer sektörleri de peşinden sürüklemektedir. Tarımın makinalaşıp, veriminin artmasında, madencilik, inşaat, ulaşım sektörlerinin gelişmesinde, ticaretin ve hizmet sektörünün büyüyüp modernize olmasında sanayinin etkileşimi ve sinerjik gücü yatmaktadır.

Türkiye'de GSMH içinde sanayinin payı % 32 olmaktadır. Sanayi kentlerinde kişi başına düşen gelir, 3.500–4.200 USD arasındadır. Toplam sanayi istihdamı 4.100.000 kişi civarındadır. İhracat içinde sanayi ürünlerinin payı % 75'lere yaklaşmaktadır. Keza ithalat içinde de sanayi yatırım malları ve ara malları, hammadde girdileri toplamı % 60'ların üzerine çıkmıştır. Sanayi sektörü ekonominin diğer sektörlerine önemli oranda girdi verir, taşımacılık, hizmet, ulaşım, inşaat, bankacılık, sigortacılık alanlarıyla doğrudan ilişki kurarak, ekonominin gelişmesini sağlar.

Türkiye sanayi 1961'lerden bu yana çeşitli evrelerden geçerek, bugün küresel rekabete açık bir dünyada kendi kimliğini bulmaya çalışmakta, yeniden yapılanmanın sancılarını taşımaktadır. Türkiye'de iktidarlara, Dünya ve ülke konjonktürüne, IMF ve Dünya Bankası tarafından belirlenen politikalara bağlı olarak sanayi sektörü önemli dalgalanma ve krizlerin içinden geçmiştir. Kalıcı ve entegre edici bir modernizasyondan geçmeyen sanayi, uzun süreli teşvik ve desteklere rağmen, sanayileşme stratejisinden yoksun kalmış ve küresel rekabeti sürdürebilecek eksene ve boyuta kavuşamamıştır. Türkiye'yi yönetenler, 1960'larda uygulanan planlı kalkınma hareketinden başlayarak, montaj sanayi, ithal ikameci yöntemler ve ihracata dönük sanayi modeline kadar yürüyen ve bugün küresel rekabette fason üretime yönelen bir sanayi politikasına kadar uzanan yapılaşmanın doğrudan sorumlusu olmuşlardır.

Türkiye imalat sanayiinde son beş yıl içinde önemli bir strateji değişikliği görülmektedir. 1995 yılında Gümrük Birliği anlaşması ile birlikte AB ile yapılan dış ticaretin yapısında da önemli sapmalar ortaya çıkmıştır. İthalat artışı, ihracat artışından fazla olmuş, ithalat/ihracat makası ihracat aleyhine açılmıştır. Dış ticaret açığı ve cari açık rekor düzeye erişmiştir. 2006 yılı sonunda 33 milyar dolarlık cari açık (döviz açığı) beklenmektedir. Bu durum dışa bağımlılığı önemli ölçüde artırmıştır. Türkiye sanayi gerek girdiler açısından gerekse ara mal ve yatırım malları açısından ithalata yönelmiştir. Yine AB uyum sürecinde kısa vadeli dış borçların etkisiyle, ithalatın yerli sanayi ürünlerini kısıtlayıcı ve ithal ürünlere yöneltici baskısı ağırlığını duyurmuştur. Bu tablo, teşvik ve desteklerin giderek azaltılması ile de sanayiyi "fason üretime" zorlanmıştır.

Türkiye imalat sanayiinin bugünkü yapılanmasında aşağıda faktörler ön plana çıkmıştır.

• Yatırımlarda doğrudan yabancı sermaye girişi azalmıştır. İmalat sanayinde 2004 ve 2005 yıllarında 5 milyar USD'lik bir yabancı sermaye yatırımı söz konusudur. Bunların birçoğu satınalma/ortaklık ve modernizasyon–tevsi yatırım şeklindedir. İmalat sanayi sabit sermaye yatırımları cari fiyatlarla (YTL) olarak;

Yıl Tutar (000 YTL) Toplam sabit sermaye yatırımlarındaki payı

2002 156.210 % 17,8

2003 168.310 % 14,3

2004 151.840 % 14,1

2005 165.920 % 13,0

2006* 156.430 % 12,3

olarak belirlenmiştir.

Kamunun payı % 3,0 düşmüş, özel yatırımcılar payı ise % 25,9 olmuştur. (2005)

Yatırım yoğunluğu (sabit yatırım değeri/sektörel katma değer) imalat sanayii için aşağıdaki oranlardadır.

2002 % 14,1

2003 % 13,9

2004 % 12,7

2005 % 12,9

2006 % 12,1

Bu durum imalat sanayiine yapılan yatırımların azaldığını göstermektedir. 1970 yılında aynı oran % 47,6 olmaktadır.

İmalat sanayiinde kamu yatırımları toplamdan % 3 pay alırken özel'in payı % 25,9'da kalmıştır. Bu durum sektöre yapılan yatırımların daha karlı alanlara (ekonominin diğer sektörleri) kaydığını ortaya koymaktadır.

• Son yıllarda sanayinin büyüme oranları konusunda % 5, % 6,5, % 7 gibi değerler ortaya atılmaktadır. Bu büyüme ihracat tarafından pompalanmaktadır. İhracatın yapısı analiz edildiğinde düşük katma değerli mallar ağırlıkta olmaktadır. İthalatta ise bunun tersi ortaya çıkmaktadır. İleri teknoloji grubunda yer alan yüksek katma değerli mallar ithal edilmekte, ithal girdili düşük katma değerli olanlar ihraç edilmektedir. Yani Türkiye sanayi "taşeron" çalışmakta ve fason üretim sanayinin yapılanmasında temel üretimi oluşturmaktadır. Katma değer zincirinde, Türkiye'nin aldığı pay gittikçe azalmaktadır. İhracat yapan sanayicinin kâr marjları düşmektedir. İthal girdi oranlarının imalatın bazı sektörlerindeki oranları aşağıdaki gibidir.

Gıda, içki, ambalaj % 29

Seramik ve toprak esaslı mallar % 15

Madeni eşya % 42

Makina imalatı % 65

Elektronik, elektrikli ürünler % 85

Tekstil % 32

• Sanayi mal üretimi, girdileriyle bütünleşmiş bir görünüm çizmemektedir. Sanayici yeni yatırım yapmamakta veya daha karlı sektörlere kaymaktadır. İmalat sanayindeki üretimler giderek ucuz girdili ithal ürünlere veya pahalı ara malı ithalatına yönelmektedir. Katma değerin çük düşük bir kısmı yatırıma aktarılmaktadır. Böylece sanayi üzerindeki "fason tehditi" elle tutulur bir boyuta ulaşmaktadır.

• İmalat sanayiinin ihracatı son beş yılda önemli artışlar göstermiştir. Ancak tekstil, gıda, seramik sektörleri dışında ithalat da büyümektedir. İthalatın büyümesi dış borç büyümesini (kısa vadeli) ve yüksek faiz oranlarını tetiklemektedir. Pek çok sektörün iç Pazar hamcında ithalat ağırlığı hissedilmektedir. Makina imalat sanayiinde % 50'yi bulmaktadır. Bazı alt sektörlerde ise (iş makinaları gibi) bu oran % 80'lere ulaşmaktadır. İç pazarda ithal mallarının ağır bastığı üretimin ihracata yöneldiği bir sanayileşme modelinin ne kadar gerçekçi olduğu, cari açığın artması ile ortaya çıkmaktadır.

• Türkiye imalat sanayii bazı sektörler dışında teknolojik düzeyi düşük bir yapılanmayı hala aşamamıştır. Teknolojinin imalat sanayii içinde önemli bir yeri vardır. Teknolojinin ilk işlevi, ürün geliştirmede sürecin hızlandırılması ve ürün maliyetlerinin düşürülmesine olan katkısıdır. Ayrıca kalitenin yükseltilmesi ile yüksek takma değere olan etkisi diğer unsurlar arasındadır. Makina imalat sanayiinde ise teknoloji üç temel etkinliğiyle ele alınmaktadır.

a) Teknolojinin ürün geliştirme sürecindeki rolü

b) Teknolojinin doğrudan ürün üzerindeki rolü

c) Teknolojinin imalat süreci üzerindeki rolü

Ürün geliştirme sürecinin etkinliğini ve yeterliliğini geliştirip, değişimini sağlayan teknolojiler bilgi teknolojileridir. Halen makina imalat sanayilerinin alt sektörlerinde hassas, maliyeti düşük ve hızlı tasarım için bu teknolojiler kullanılmaktadır. Bu sistemler ile hassas tasarımlar; ucuz, kaliteli ve hızlı modellemeler, ucuz prototip üretimi ve kalıplar yapılabilmektedir.

Teknolojinin mamul üzerindeki rolü, özellikle yasal düzenlemeler, Pazar ve tüketicinin üründen beklentileri ile gündeme girmektedir. Pazar ve tüketiciler üründen, çevreye uyumlu, güvenirliliği ve kalitesi yüksek, maliyeti düşük bir nitelik kazanmasını beklemektedirler. Yeni ürün tasarımından son beş yıldan bu yana nano teknolojiler de kullanılmaktadır. Bu teknoloji çok küçük boyutlarda makinaların tasarımına ve üretimine olanak tanımakta ve çok geniş bir uygulama alanı bulmaktadır.

Teknolojinin imalat süreci üzerindeki rolünü iki yönden irdelemek gerekmektedir.

a) Yeni imalat teknolojilerinin kullanımı

b) İmalatta gelişmiş yönetim teknolojilerinin uygulanması

Son yıllarda ise imalat sürecinde üç alanda gelişme göze çarpmaktadır: Hızlı üretim, hızlı prototip imalat ve yüksek hassasiyette üretim. Üretim teknolojileri, imalatın örgütlenmesini ve yönetimi de büyük ölçüde etkilemiştir. Yalın üretim, toplam kalite yönetimi, müşteri odaklı imalat, malzeme tedarik zinciri, tam zamanda üretim ve tedarik, stratejik işbirlikleri gibi üretim yönetimi teknolojilerinin eğitim ve uygulamaları imalatın örgütlenmesini ve yönetimini yeniden yapılandırmıştır. Küresel rekabette bu faktörler özellikle önem kazanmaktadır.

• İmalat sanayiinde teknoloji düzeyine göre yaratılan katma değer söz konusu olduğunda ve 2004 yılı esas alındığında, Türkiye'nin imalat sanayii katma değeri içinde ileri teknolojilerinin payı % 5,5 olmaktadır. Aynı oran Meksika'da % 8,3, G. Kore'de % 20,1, İspanya'da 7,4, İtalya'da ise % 6,9'dur. Katma değer içinde düşük teknolojinin payı ise Türkiye'de % 34,3 iken, Meksika'da % 39,4, G. Kore'de % 19,1, İspanya'da % 30,9 ve İtalya'da % 35,8'dir.

Türkiye'nin 2004 verilerine göre, imalat sanayii katma değerinin yaklaşık % 71,6'sını düşük ve orta-düşük teknoloji grubu uygulamalarının sağladığı görülmektedir.

İmalat sanayinde 1990'larda bu değer % 73,2 olup, o süre içinde herhangi bir önemli değişme göze çarpmamaktadır.

• Bir başka gösterge, ihracat içinde teknolojik düzeyin dağılımının ortaya konmasıyla belirlenmektedir. Yine 2004 yılında Türkiye imalat sanayiinin ihracat ürünlerinde ileri teknolojinin payı % 2,9 olmaktadır. Düşük teknolojili ürünler ise % 56,8 oranındadır. Söz konusu oranlar kimi ülkelerde aşağıda verilmiştir.

Ülke İleri Teknoloji Payı (%) Düşük Teknoloji Payı (%)

ABD 27,2 15,3

Meksika 21,1 13,4

G.Kore 24,9 17,8

Japonya 24,3 1,4

İrlanda 44,5 19,8

Portekiz 6,0 48,5

Polonya 4,4 37,9

Buradan çıkarılacak sonuç, ihracat ürünlerinde yoğunlaşan teknoloji yüksek ve orta-yüksek grupta ise, o ülkenin bilimsel ve teknolojik alt yapısı da gelişmiş demektir. Bu anlamda Türkiye sanayi "fason imalat" yapısı ile özgün ürün yaratmıyor demektir. Türkiye sanayinin Ar-Ge araştırmaları ile özgün ürüne yönelmesi ve teknolojik-bilimsel tabanını yükseltmesi gerekmektedir. Bugünkü durumu ile Türkiye sanayi düşük katma değerli malların egemen olduğu bir ihracat yapısına sahiptir.

• Sanayinin önemli bir zaafı da, tüm büyüme göstergelerine rağmen, istihdamın bu alanda yoğunlaşamamasıdır. Özellikle 2001 krizinden sonra Türkiye'de işsizlik oranı hızla artmış ve özellikle yüksek öğrenimli kesimlerde bu oran büyümüştür. 2006'nın eylül istatistiklerinde işsizlik oranı % 8,8 gözükmesine karşın, İş Kurumu dışındakilerde ele alınırsa % 12'ye yükselmekte, yüksek öğrenimli kesimde ise % 21'e ulaşmaktadır. Bu ölçüde işsizlik oranları G. Afrika, Meksika ve Arjantin gibi ülkelerde görülmektedir.

Türkiye'de "verimlilik artışı" adı altında, sanayide işsizlik doğal karşılanabilir bir olgu gibi sunulmaktadır. Bir kişinin fazla mesai ile çalışma saatleri 12 iş saatini bulabilmekte, ücretler kısıtlanmakta, sendikal ve özlük hakları askıya alınabilmektedir. Buna da "verimlilikte artış" denmektedir. Küreselleşme mantığı sanayi işçisine "köle" gibi davranışı layık görmektedir. Türkiye sanayisi "fason imalatın" ihracattaki düşük karlara yönelik yapılaşmasına, sanayi işçisinin ücret ve saatlerini ayarlayarak uyum sağlamaktadır. Türkiye'de sanayideki istihdam toplam istihdamın %22,3'dür. Tarım hala % 42,1 ile en fazla istihdam alanı olmaktadır. Hala mevsimlik ve geçici işçilik olgusu gündemin başında yer almaktadır. Son yirmi yıl içinde sanayideki istihdam oranı hemen hemen aynı kalmış, görece ücretler düşmüş, sendikal haklar rafa kaldırılmıştır. Bu durum mühendisler başta olmak üzere tük teknik kadroları da derinden etkilemektedir. 1–5 yıllık mühendislerde işsizlik oranı %30'lara tırmanmaktadır. Pek çok mühendis, mesleki formasyonu içermeyen alanlarda çalışmakta, bir süre sonra da bu mesleki erozyon kalıcı hale gelmektedir.

Makina imalat sektöründe, toplam çalışanlar içinde mühendislerin istihdamdaki payı % 1,2 olmaktadır. (2005 yılı verileri) Aynı sektörde kalifiye olmayan işgücü ise % 70'lere yaklaşmaktadır. Tekstil, gıda ve içki, Toprak ürünleri, demir-çelik, demir dışı metaller, madeni eşya, elektrikli ürünler, elektronik gibi sektörler ele alındığında bu oran daha da aşağıya inmektedir. Kamudaki mühendis istihdamı da 2000 yılından başlayarak giderek düşmüş özelleştirmeler sonucu yüksek oranda mühendis işsiz kalmıştır. Üretici meslek gruplarının başında gelen mühendislerin işsizlik oranındaki artış, sanayileşme ile kalkınma söylemlerinin içini boşaltmakta ve uygulanan politikaların geçersizliğini bir kez daha ortaya koymaktadır.

Mühendislerin ücret kategorileri ve oransal değerler ele alındığında; 350–500 YTL alan mühendislerin oranı % 7,9; 500–800 YTL alanlar %29,8 ve 800–1200 YTL alanlar ise % 36,2 oranında olmaktadır. 2.500 YTL üstünde ücret alanlar, toplamdan % 10,4 pay almaktadır. Bu çalışma makina imalat sektörü için 2004 yılında çıkarılmıştır. Dolayısıyla tablo, sektördeki mühendislerin genellikle düşük ücretle çalıştığını göstermektedir. Mühendislerin sendikal örgütlenmesi yoktur ve iş güvenceleri bulunmamaktadır. KOBİ'lerde ise durum daha da kötüdür. Küçük sanayi sitelerinde ve bazı organize sanayi bölgelerinde, bu tip işletmelerin yaklaşık % 35'inde mühendis çalıştırılmamaktadır.

• İmalat sanayinin sorunları arasında özgün ürünün geliştirilmesi önemli olmaktadır. İthal ürünlerle rekabet edebilmek için "marka imajının" pazarda kendini kabul ettirmesi gerekmektedir. Ayrıca pazarda kalıcılık için ürünün sürekli geliştirilmesi de zorunludur. Dolayısıyla tasarımdan geçen ve markaya kadar uzanan yol haritasında, Ar-Ge faaliyetlerini belirli bir düzeye getirmek önemlidir. Bunun için GSMH içindeki Ar-Ge payının artırılması, rekabet gücünde de artış sağlayacaktır. Kimi ülkelerde Ar-Ge'nin GSMH içindeki payı ve Ar-Ge'deki üniversite katkısı aşağıdaki tabloda belirtilmiştir. (2005)

Ülkeler Ar-Ge Payı (%) Ar-Ge'deki Üniversite Payı (%)

İsveç 3,8 21

Japonya 3,4 28

G. Kore 2,9 35

ABD 2,6 30

Almanya 2,3 28

İtalya 1,6 36

Portekiz 0,8 45

Türkiye 0,7 65

Tablodan görüldüğü gibi Ar-Ge payı en düşük ülke % 0,7 ile Türkiye'dir. Bir başka nokta Üniversitelerin Ar-Ge payının (toplamdan % 65) en yüksek oranı Türkiye'dedir. Diğer ülkelerde bu paylar düşüktür. Üniversitelerdeki araştırmalar uygulamaya aktarılmayacak kadar teorik olmakta, sanayinin bundan yararlanma oranı azalmaktadır. Gelişmiş ülkelerde Ar-Ge projeleri özel ve kamu kesimine kaymıştır. Üniversite-sanayi işbirliği bu açıdan önem taşımaktadır. Bu ilişki sağlıklı bir zemine oturtulursa, üniversite sanayi için uygulamaya aktarılabilecek projeler yapabilmekte ve ürün geliştirme veya yeni ürün tasarımında yol alınmaktadır. Sanayinin "fason üretimden" kurtulabilmesi ve yüksek katma değerli ürünlere kayabilmesi de Ar-Ge alt yapısının ve yeteneklerinin geliştirilebilmesine bağlı olmaktadır. Türkiye'de tüm çabalara rağmen sanayi sektörü % 0,7 oranının üzerine çıkamamıştır.

Rekabette bir başka gösterge, Ar-Ge çalışmalarındaki istihdam düzeyidir. 2005 yılı verilerine göre Ar-Ge'de çalışan araştırmacı sayısı 10.000 kişideki oranla ifade edildiğinde Türkiye'de 9 olarak saptanmıştır. Bu oran Almanya'da 151, Finlandiya'da 119, Macaristan'da 83, Güney Kore'de 57, Yunanistan'da 31 ve Brezilya'da 12 olmaktadır. Türkiye yalnızca Malezya, Endonezya ve Tayland'ın üzerinde bir araştırmacı istihdamı yapmaktadır. Bu durum Türkiye sanayinin önemli bir dezavantajı olup, teşvik edici, destekleyici politikaların olmayışını belirtmektedir.