TMMOB SANAYİ KONGRESİ 1991
TMMOB SANAYİ KONGRESİ 1991 - SONUÇ BİLDİRGESİ
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği adına Makina Mühendisleri Odası‘nca düzenlenen geleneksel Sanayi Kongreleri, değişik çevre ve kişilerin Türkiye‘nin sanayileşmesi ve sanayi sorunları ile ilgili olarak kendi bakış açılarını, düşüncelerini, özgürce ortaya koyabildikleri; birbirlerine ve kamuoyuna aktarabildikleri; tartışabildikleri platformlar olagelmiştir.
Bu Kongreler, bu nitel özellikleri dolayısıyladır ki, altematif sanayi politikaları üretme arayışında olan odaklar için her zaman özel bir önem ifade etmiştir.
9-13 Aralık günleri Ankara‘da yapılan "1991 Sanayi Kongresi"de bu geleneğin parlak örneklerinden birini oluşturmuştur. Sanayileşmekten vazgeçildiği ve bu yolda son derece açık bir siyasi tercihte bulunulduğu konusunda, en azından yarattığı objektif sonuçlar açısından, artık hiç kimsenin kuşku duymadığı 1980‘li yılların ekonomi politikalarının değişeceği ve sanayileşmenin çağdaş kavrayış çerçevesinde, yeniden ağırlık kazanacağı umudunun öne çıktığı bir döneme rastlaması, Kongre‘yi, tarafların ilgi odağı haline getirmiştir. Başbakan Sayın Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Sayın Erdal İNÖNÜ, Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Tahir KÖSE ile siyasi parti temsilcilerinin; üniversite ve sanayi çevrelerinden seçkin bilim adamı ve uzmanların katılım ve katkıları, dünya ve Türkiye sanayinin ileriye dönük olarak değerlendirilebilmesi ve bu bağlamda Türkiye‘yi, 21. Yüzyıla taşıyacak sanayi ve teknoloji politikalarının saptanabilmesi açısından zengin bir deneyim birikimi ve geniş bir düşünce spektrumunun var olduğunu kanıtlamıştır.
İnancımız odur ki, 1991 Sanayi Kongresi, ortaya çıkan sonuçlar gereğince değerlendirilebildiği takdirde, Türkiye‘de yeni bir sanayileşme bilincinin kök salmasında önemli bir rol oynayacaktır.
KONGRE‘de ANA TEMA ve ÖNE ÇIKAN KONULAR
Bilim ve teknolojideki olağanüstü gelişmeler ve "ekonomilerin uluslararasılaşması" sürecinde Türkiye Sanayii‘nin konum ve geleceğinin saptanması, Kongre‘nin ana temasını oluşturmuştur. Bu bağlamda. Türkiye Sanayii‘nin geleceğine ilişkin kestirimlerde bulunmaya çalışılırken, dinamik bir arayışın ve belli bir umudun, düşüncelere egemen olduğu görülmüştür.
Sonradan sanayileşmeye başlayan ama yine de dünya teknolojisine yetişmeyi başaran, I. Dünya Savaşı öncesi Almanya‘sıyla, II. Dünya Savaşı sonrası Japonya‘sının yakın geçmişteki ve "Yeni Sanayileşen Ülkeler" adıyla anılan G. Kore, Tayvan ve Brezilya gibi ülkelerin bugünkü zengin deneyimleri, Kongre‘de ve Kongre‘yi destekleyen sektör çalışmaları çerçevesinde irdelenen konular arasında yer almış ve bu deneyimler; ekonomik-toplumsal-siyasi farklılıklar nedeniyle, bire bir uygulanmaları söz konusu olmasa da, Türkiye‘nin de, sanayi ve teknoloji alanında ciddi bir atılımda bulunabileceği yolundaki umudun başlıca dayanaklarından biri olarak değerlendirilmiştir.
- Çağımızın bir gerçeği olan ekonomilerin uluslararasılaşması ve uluslararası entegrasyon sürecinde son çözümünü bulacak, ulusal bir bilim, teknoloji ve sanayi stratejisinin saptanması,
- Bu strateji çerçevesinde, Türkiye için, öncelikli ya da kritik teknolojilerin belirlenmesi,
- Orta ve uzun vadeli, sektörel, hedef plan ve programlarında açıklık, kararlılık ve izlenecek politikalarda süreklilik,
- Teknolojiyi edinme, öğrenme, özümseme, ilgili ekonomik etkinlik alanlarına yayma ve edinilen teknolojiyi bir üst düzeyde yeniden üretme becerisini kazanma sürecini, son aşama dahil, eksiksiz hayata geçirme hedefinin bütün üretim alanlarında benimsenmesi, - Bu bağlamda, beyin gücünün, yaratıcılığın ve tasarım yeteneğinin olağanüstü öneminin kavranması,
- Ulusal bir bilişim-iletişim ağının kurulması ve veri tabanlarının oluşturulması; Devletin bu kapsamda bilgi dolaşımının serbestleşmesine öncülük etmesi,
- Kalite anlayışının, üretimin bütün alanlarında egemen kılınması bunun bir yaşam biçimi haline getirilmesi ve ulusal kalibrasyon ağının gerçekleştirilmesi,
- Küçük ve orta ölçekli sanayinin teknolojideki gelişmelere paralel olarak yeniden düzenlenmesi, Sanayi strateji ve politikalarının saptanarak uygulanmasında devletin "orkestrasyonu sağlama" ve "zayıf halkaları destekleyip güçlendirme" görevini üstlenmesi, gibi konular da bilim ve teknoloji alanında Türkiye‘yi 21. Yüzyıl‘a taşıyacak atılımın temel bileşenleri olarak, yapılan irdeleme ve tartışmaların odak noktasını oluşturmuş ve bunların hayata geçirilmesi doğrultusunda tam bir görüş birliği bulunduğu saptanmıştır.
KONGRE PLATFORMU ve SANAYİCİLERİN TALEPLERİ
Bütün bu konular ve bu konulara ilişkin saptamalar 30‘u aşkın bildiri, 8 sektör raporu ve 3 özel raporla tartışma gündemine getirilmiştir. Bu Kongre‘ye özgü olarak, Kongre öncesinde Üniversite ve Sanayi Çevrelerinden seçkin bilim adamı ve uzmanların katılımıyla hazırlanmış bulunan sektör raporları sanayi sorunlarının ve çözüm yollarının somut olarak görülebilmesi ve daha da önemlisi var olan atılım potansiyel ve gelişme dinamiklerinin belirlenebilmesine önemli ölçüde katkıda bulunmuştur.
Gerek bu raporların hazırlanması gerekse Kongre‘de tartışılması sürecinde, dinamik sanayi kesimleri, özellikle de geleceğin Türkiye‘sinin inşasında önemli rolleri olabilecek sanayi kesimleri sorun ve önerilerini büyük bir açıklıkla dile getirmişlerdir.
Bilinmektedir ki, bütün dünyada, elektronik sanayii ve bugüne kadar ki biçimlenişiyle savunma sanayii, çağın sanayi ve teknoloji konseptinin gözle görülür elle tutulur hale geldiği iki sanayi kolunu temsil etmektedir.
Diğer bir deyişle, bu iki sanayi, yüksek teknolojinin başlıca uygulama alanlarındandır. Çağa damgasını vuran mikro elektronik teknolojileri ve bu teknolojilerin ürünleri olan bilişim, iletişim ve organizasyon teknolojileri temelde bu iki sektörde biçimlenmekte; özellikle elektronik sanayileri, teknolojik açıdan, başka sektörler üzerindeki kuvvetli bağ etkileri nedeniyle, ekonominin lokomotif sektörleri olarak görülmektedir.
Yine bilinmektedir ki, bugün bütün dünya, otomotiv ve yan sanayiinde yeni bir emek sürecinin doğuşuna tanık olmaktadır. Fordist emek süreci, genellikle "Just-In-Time" özgün adıyla ya da "PostFordist" nitelemesiyle anılan bir emek sürecine yerini bırakmaktadır. Bu yeni süreç, kabaca söylemek gerekirse, Ford‘un üretim bandıyla simgeleşen kütlesel (seri) üretimin, ya da daha açık bir deyişle, standartlaştırılmış ürünler üretmek için özel amaçlı (belli bir ürüne ayrılmış) makinaların ve yarı kalifiye işçilerin kullanıldığı; aynı modelin olabildiğince uzun süre imalatta kalmasının temel alındığı üretim biçiminin yerine geçmekte ve "esnek üretim teknikleri", "esnek uzmanlaşma", "bütünsel (total) kalite anlayışı" "işçilerin üretim sorumluluğuna katılması ve kalifikasyonlarının yükseltilmesi", "sıfıra yakın stokta ve hatasız üretim", "sistemsel yaklaşım" gibi son derece ayırt edici karekteristikler içermektedir. Otomotiv sanayiinde başlayan bu dönüşüm, elektronik sanayiini de büyük ölçüde kapsamına almıştır. Çağın sanayi ve teknolojisindeki ve emek sürecindeki köklü değişimi yansıtan bu üç sektörün, Türkiye özelindeki temsilcilerinin, Türkiye‘nin elektronik, savunma ve otomotiv ve yan sanayii sanayicilerinin, -Türkiye‘de, yeni bir sanayileşme bilincinin kök salması arayışında olan MMO‘nun 1991 Sanayi Kongresi‘ne ve bu Kongre‘nin bir parçası olan sektör çalışmalarına fiilen katılmaları, bu Kongre‘ye yeni bir atılım umudu taşımaları, onun içindir ki son derece anlamlıdır, son derece çarpıcıdır.
Bu katılım, son on yılda geri plana itilmiş bulunan sanayileşme hedefinin yeniden öne çıkarılması talebini dile getirmektedir. Bu katılım, mutlak değer olarak da giderek azalan bir trend izleyen imalat sanayii yatırımlarına yeniden gereken önem ve ağırlığın verilmesi talebini dile getirmektedir.
Bu katılım, Türkiye‘nin geleneksel sanayiler yanında, çağı yeniden biçimlendiren sanayilerde de iddia sahibi olması; bu alanlarda ciddi bir atılım yapması talep ve umudunu dile getirmektedir.
Bu katılım, Türkiye‘yi 21. Yüzyıla onurlu bir biçimde taşıyabilmenin, bunu sağlayacak ulusal bir atılım stratejisinin ipuçlarını vermektedir. Kaldı ki, sektör çalışmalarına ve Kongre‘ye fiilen katılarak görüş ve taleplerini dile getiren tekstil sanayicileri, makina yapım sanayicileri, demir-çelik sanayicileri, tarımsal sanayilerin, küçük ve orta ölçekli sanayilerin temsilcileri de bu atılım bilincini paylaşmaktadırlar ve kendi alanlarında çağın teknolojisini yakalayabilmeye yönelik, kararlı politikalar izlenmesinden yanadırlar.
1991 Sanayi Kongresi‘ne katılan sanayicilerin,Türkiye‘yi "üretim ekonomisi yerine rant ekonomisine dönüştüren" 1980‘lerin politikalarına itirazları vardır.
Bütün sanayiciler, devletin kendilerini desteklemesini istemektedirler. Ama istedikleri, ABD, Japonya, AT ülkeleri ve Yeni Sanayileşen Ülkeler hangi alanlarda hangi korumacılık politikalarını uyguluyorlarsa, en azından karşılıklılık esasına göre, o politikaların uygulanmasıdır. Elbette, yeni doğan ya da doğacak sanayiler için dünya pratiğinde, dün olduğu gibi bugün de sayısız örneği görülen, ama yeni bir anlayış çerçevesindeki, korumacılık önlemlerinin alınması gerekecektir. Asıl istedikleri, elbette, Türkiye Sanayiinin uluslararası pazarlarda rekabet gücüne kavuşmasıdır; bunu sağlayacak politikaların uygulanmasıdır.
AT ülkelerinde uygulanmakta olanın ötesinde koruma ve teşvik istememektedirler. Talepleri, AT ülkeleri kendi iç pazarlarını yabancı malların girişine, karşı ne ölçüde koruyorlarsa, Türkiye‘nin de iç pazarını o ölçüde korumasıdır.
"Rekabet kavramı, dünkü ya da bugünkü sistemleri her ne olursa olsun, hemen hemen bütün ülkelerde ve bütün ekonomik etkinlik alanlarında, başlıca motivasyonlardan (güdülenimlerden) biri olarak algılanır hale gelmiştir. Çoğu zaman, belli bir ekonomik etkinlik ya da işletmenin, sürüp sürmeyeceğini belirleyen ilahi bir yargı gücünün de yüklendiği bu kavrama, bu ideolojik yükü kabul edilebilir kılmak için olsa gerek, bir de "serbest" nitelemesi eklenmektedir. Ama, bu öyle bir serbestliktir ki, yine günümüz dünyasında bir yanda da "yeni korumacıIık" kol gezmektedir. Uluslararası platformda "serbest rekabetin" ideoloji planındaki savunmanlığını yapan ABD, örneğin Japonya ve Güney Kore‘nin, Otomotiv, tekstil ve elektronik alanındaki "serbest" rekabetine karşı son derece duyarlı ve kendi iç pazarı için korumacıdır. Buna karşılık "serbest rekabet" şemsiyesi altında dünya pazarlarını zorlayan Japonya da kendi iç pazarı için son derece katı bir korumacıdır." (Elektronik Sektör Raporu, 1991, MMO.) 1991 Sanayi Kongresi‘ne katılan sanayici kesimleri, günümüzün bu gerçeğinin devlet katında da algılanması, sanayi ve dış ticaret ile ilgili politikalar saptanırken bu gerçeğin mutlaka gözönünde tutulması gereğini vurgulamaktadırlar.
Ekonomilerin uluslararasılaşması gerçeğini gözardı etmeyen ama belli bir ulusal motivasyonu kalkış noktası alan politikalarla ancak, Türkiye dünya pazarlarında rekabet gücü kazanabilir. Bu motivasyon olmadan, Örneğin, yatırım izin ya da teşvikleri böylesi bir motivasyonun süzgecinden geçirilmeden, Türkiye Sanayiinin, kendine asıl rekabet gücünü kazandıracak olan, ölçek ekonomilerini yakalaması, dolayısıyla da kendi AR+GE birimlerini kurması mümkün değildir. Tıpkı bunun gibi, böylesi bir motivasyon olmadan, dış pazarlara açılmanın ya da dış pazar payını artırabilmenin yolunun dinamik bir iç pazar yaratmaktan ya da iç pazardaki dinamizmi idame ettirmekten geçtiğini kavrayabilmek ve bunun gereğini yerine getirebilmek de olanaksızdır.
Ekonomilerin uluslararasılaşması sürecinin, ilk bakışta bir paradoksmuş gibi gözüken, son derece çarpıcı ulusal motiflerle örülü olduğunun kavranması, özellikle Türkiye gibi, çağının sanayi ve teknoloji konseptinin gerisinde kalmış ülkeler için, yaşamsal önemdedir. Bu vurgulama, 1991 Sanayi Kongresi‘nin en önemli sonuçlarından biridir.
KONGRE PLATFORMU ve ÜNİVERSİTE-SANAYİ DİYALOĞU
Sektör çalışmaları ve Kongre, üniversite çevrelerinden katılım açısından da ilginç olmuş; çok sayıda bilim adamı, Sanayi sorunlarının tartışılması sürecine katılmış, katkıda bulunmuştur. Özellikle de; sektör çalışmaları, üniversite ile sanayi kesimleri arasındaki diyalog/iletişim ihtiyacını çok somut bir biçimde gözler önüne sermiştir.
. Türkiye‘de Üniversite ve Sanayi her şeyden önce karşılıklı beklentilerini birbirine anlatabilecek ortak platformlarda buluşabilme ihtiyacı ya da zorundadır.
Sektör çalışmaları göstermiştir ki, üniversite ve sanayi bir araya gelebilmenin, Türkiye‘nin bilim-teknoloji-sanayi sorunlarına ortak yaklaşımlarda bulunabilmenin somut zeminine bugün her zamankinden daha çok sahiptir. Çünkü çağımızda bilim teknoloji-sanayi üçlemesi tek bir bütün haline gelme sürecine girmiştir. İleri sanayi ülkelerinde başlayan bu sürece Türkiye de katılmak durumundadır. Bu bütünselliği kavramak çağı kavramak anlamına gelmektedir.
Türkiye‘de üniversite ve sanayi bu sorumluluğa sahip çıkmak zorundadır. Bunun temeli vardır; geniş çapta olmasa bile, bunun deneyimi yaşanmıştır.
1991 Sanayi Kongresi‘nde ve özellikle sektör çalışmaları sırasında açıkça görüldüğü gibi, üniversite-sanayi diyaloğunun kurulmasında, mühendis odaları ve belli sanayi dalları bazında örgütlenen sanayici dernekleri katalizör görevi görebilir; sağlıklı tartışma platformlarının oluşturulmasına önemli katkılarda bulunabilir.
Ulusal bir AR+GE ağının kurulması; üniversite ve sanayiinin bu ağ içinde yerini alması, AR+GE ile tümleşik bir eğitim ve üretim sisteminin Türkiye‘de kökleştirilmesi üniversite ve sanayi diyaloğunun ortak gündemini oluşturmaktadır.
1991 Sanayi Kongresi‘nde öne çıkan gündem maddesi budur. Türkiye‘yi 21. Yüzyıla ulaştıracak, özgürce düşünen, araştırıcı, yaratıcı, insan malzemesinin üretilebilmesi bu gündemin işletilebilmesine bağlıdır.
KONGRE PLATFORMU ve MÜHENDİSLER-İKTİSATÇILAR DİYALOĞU
1991 Sanayi Kongresi ve sektör çalışmaları dünyaya ve Türkiye‘ye tek bir mesleksel disiplinin gözlüğüyle bakmanın yetmeyeceğinin bir kez daha somut bir kanıtı olmuştur. Dünyayı, bugünkü karmaşıklığıyla kavrayabilmek ve o bağlamda Türkiye için çözüm önerileri üretebilmek aynı olaya, aynı anda birden çok disiplin alanından bakabilmeyi gerektirmektedir. Çağın en çok sözü edilen kavram teknolojiyi tanrı ya da şeytan, mutlak yaradan ya da mutlak yok eden görmemenin yolu da belki bundan geçmektedir.
Teknoloji sorunu, öyle gözükmektedir ki Türkiye‘de de gündemin ilk maddelerinden biri olacaktır. Bu kaçınılmazdır, zorunludur. Teknoloji sorununa olabildiğince doğru bir çerçevede yaklaşabilmek, konuyla ilgili her kesim gibi, Türkiye‘nin mühendis ve iktisatçılarının da kendi aralarında sağlıklı bir diyalog kurabilmelerine bağlı gözükmektedir. Teknoekonomi, iki kesim için de bir "buluşma disiplini" işlevi görebilir; ortak bir diyalog zemini oluşturabilir.
1991 Sanayi Kongresi, bu "buluşma"nın gereğini vurgulamıştır. Yine 1991 Sanayi Kongresi, teknoekonominin başlı başına bir disiplin olarak ele alınması ve üniversitelerimizde bir bilim dalı olarak kabul edilmesi gereksinimini açıkça ortaya koymuştur.
SONUÇ
TMMOB‘ye bağlı Odalar ve o arada Makina Mühendisleri Odası, 20 yılı aşkın bir süredir, Türkiye‘nin sanayileşmesi ve bununla tümleşik olarak, bilim ve teknoloji üreten bir ülke durumuna gelmesi gereğini vurgulamaktadırlar. Türkiye‘nin uluslararası işbölümünde onurlu bir yer edinmesi, uygar dünyanın sahip çıktığı değer yargılarına, insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkmak yanında, bu hedefin de gerçekleştirilebilmesine bağlıdır.
Bu ikili hedefi gerçekleştirebilmek için, Türkiye‘nin dayanacağı birincil kaynak kendi insan malzemesidir. Bu nedenledir ki, Odalarımız, insanlarımızın özgürce düşünebilme ve yaratıcılık yeteneklerinin geliştirilmesine ve beyin gücüne olağanüstü bir önem verilmesini talep edegelmişlerdir.
Çalışmanın, üretkenliğin ve yaratıcılığın, başarıda ve ödüllendirmede başlıca ölçütlerden biri olarak alındığı bir değer sisteminin yerleştirilmesi ve 1980‘li yıllara egemen olan politikaların insanlarımızın değer yargılarında yarattığı tahribatın giderilmesi, Odalarımızın, yine bu bağlamda benimsediği ve savunduğu bir talep olmuştur.
Yine Odalarımız, gelir bölüşümünün iyileştirilmesi, bütün çalışanların insanca yaşayabilme olanaklarına kavuşması da içinde olmak üzere belli toplumsal hedefleri gözetmeyen tekno-ekonomik politikaların başarıya ulaşamayacağını da defalarca ve önemle vurgulamışlardır. TMMOB ve bağlı Odaları bu taleplerin hayata geçirilmesine katkıda bulunmayı ve sonuçlarını izlemeyi temel görevleri arasında saymakta ve toplumsal örgütlenme geliştikçe, toplumun örgütlü kesimleri güçlerini artırıp bu tür görevlere sahip çıktıkça ve ancak bu koşulla, öngörülen hedeflere ulaşmanın mümkün olabileceği inancını taşımaktadır.
1991 Sanayi Kongresi, gerek siyasi planda olsun gerekse üniversite ve sanayi çevreleri gibi toplumun değişik kesimlerinde olsun bu ve benzeri talepleri benimseyenlerin hiç de azımsanmayacak bir genişliğe ulaştığının somut kanıtı olmuştur.
Odalarımız, bundan onur ve mutluluk duymaktadır. 1991 Sanayi Kongresi‘ne sunulan bildirileri ve burada değinme olanağı bulunamayan daha pek çok somut çözümleme ve öneriyi içeren Sektör Raporlarıyla, Özel Raporları ve bu raporların tartışıldığı oturumlarda yapılan değerlendirmeleri, Türkiye‘yi, 21. Yüzyıla taşıyacak düşünce zenginliğine önemli bir katkı olarak değerlendiriyor ve her şeyden önce bu zenginliği, Türkiye için daha iyi yarınlar umut edebilmenin başlıca kaynağı sayıyoruz.